BİR IŞIK DAHA SÖNDÜ...

BİR IŞIK DAHA SÖNDÜ...BİR IŞIK DAHA SÖNDÜ...Kızılçullu 1943, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 1945 çıkışlı emekli müzik öğretmeni Hüseyin Küçükçakar'ı (1925-2015) kaybettik...Cenazesi bugün (30 Eylül 2015) öğle namazı sonrası Dokuz Eylül Ün. İlahiyat Fak. Camiinden kaldırılacaktır. Anısına saygıyla...

ÇOBANLIKTAN MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİNE, BESTECİLİĞE UZANAN BİR KÖY ENSTİTÜLÜNÜN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Prof.Dr.Kemal Kocabaş
Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu 1937 Yılı girişli, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 1945 çıkışlı müzik öğretmeni, besteci Hüseyin Küçükçakar;
Kızılçullu, Hasanoğlan ve tüm enstitü ailesinin önemli adlarından. 85
yaşında ve İzmir Göztepe’de oturuyor. Eylül ayında yayınlamayı
planladığım “Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar” adlı kitap hazırlıkları
sırasında kendisine ulaştım, onu ve yaşam öyküsünü tanıma olanağı
bulabildim.
Hüseyin Küçükçakar kim? 1925 Denizli-Kızalcabölük Köyü doğumlu. 1926
yılında ailecek Aydın’ın Umurlu köyüne taşınırlar. Çocukluk günlerinde
hayvanları otlatma işi onun görevi olur. Altı çocuklu, yoksul bir aile
ortamında ilkokulu tamamlar. Kızılçullu’da Köy Öğretmen Okulu açıldığı
haberini alır, başvurur ve 1937 yılında Kızılçullu öğrencisi olur. Kızılçullu’yu ve müziğe olan ilgisini “İlkokul yıllarında köyde ineklerimizi dağlarda, bayırlarda güderdik. Menderes Nehri kenarında kargılardan düdük kaval, yapar ve o düdükle türküleri çalardım.
Sonra Kızılçullu’ya geldim. Mehmet İnal çok iyi bir müzik öğretmeni değildi ama
bize mandolin çalmaya iyi öğretti. Kızılçullu’da “Yaşar-Çakar” ikilisi olarak her etkinlikte konserler vermeye başladık. Notaları da öğrenmiştik. Etkinliklerde Tango, Samba, Rumba gibi her eseri çalıp söylüyorduk. Mehmet İnal beni biraz yönlendirecek birikimi olsaydı çok iyi bir besteci olabilirdim. Kızılçullu’da 1. ve 2. sınıflarda Akordiyon da çalıyordum. Enstitüye sonradan gelen Hayri Akay daha bilgili, yetenekli bir müzik öğretmeniydi. Akordiyonda basları ondan öğrendik. Okulun milli oyunlarının müziklerini Yaşar, Melahat ve ben yapardık. Tüm yürüyüşlerde en önde biz olurduk. İlk kez 1938-1939 döneminde Alsancak Stadyumuna topluca zeybek ve müziklerimizle girmiştik. İzleyiciler çok etkilenmişti.
1942 yılında İnönü ve Yücel beraber Kızılçullu’ya gelmişlerdi. Onlara bir mandolin konserivermiş topluca milli oyunlar oynamıştık.” Küçükçakar 1942 yılında Kızılçullu’dan mezun olur ve o yıl tüm mezunlar Hasanoğlan Yüksek Köy
Enstitüsüne kabul edilirler ve Güzel Sanatlar Bölümü öğrencisi olur. O yılları “Güzel Sanatlar Bölümü öğrencileri olarak Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü ve Devlet Konservatuarında derse giderdik. Ruhi Su konservatuarda şan hocamızdı. Hasanoğlan binaları tamamlanınca hocalar Hasanoğlan’a gelmeye başladı. Ruhi Su bağlamayla gelir bize türküleri öğretir, şan dersleri verirdi. Çok saygı duyduğumuz bir hocamız idi.
Zuckmayer Gazi’de hocamızdı. Cebeci’de evi vardı. Bendeki yeteneği görünce
evinde piyano dersleri vermeye başladı. Türk Marşını beraber çalardık.” diyerek anlatır. 1944-1945 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü bitiren Küçükçakar Yüksek Köy Enstitüsüne asistan olur. Bu sırada, daha önce mezuniyet tezi olarak bestelemiş olduğu “SÜİT”’i okula ziyarete gelen İnönü, Şükrü Saraçoğlu ve yanlarındaki erkana çalar. Ziyaretçi bakanlardan biri (Saffet Arıkan) çocuğu için dışarıdan ithal ettiği, henüz ambalajı açılmamış olan bir kuyruklu piyanoyu Küçükçakar için Hasanoğlan’a hediye eder. Hasanoğlan sonrası Türkiye’de rüzgarlar tersten esmeye başlar. Görevden ayrılmış olmasına rağmen Tonguç’un katkısıyla Küçükçakar “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümüne” dışarıdan bitirme sınavlarına girer. Sınavları E.Zuckmayer ve Halil Bedii Yönetken yapar. O dönemi Küçükçakar “Yönetken sınavda piyano ile dikte (müzik imlası) yaptırıyordu. Yönetken ne çaldıysa hemen nota olarak yazıyordum. “Siz bu parçayı biliyordunuz galiba” dedi. “Hayır” dedimse de beni yanıltmak için yanlış şeyler çalmaya başladı, hepsini yazıyordum. Şaşırmıştı. Piyanoda ne çalacağımı sorunca “Bethoven’ın Ay Işığı Sonatını çalacağım” dedim. Daha da şaşırdı. Sınava giren 11 kişiden ben ve İstanbul Konservatuarı mezunu bir kız olmak üzere iki kişi kazandık.
Benden sonra Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılara dışarıdan bitirme sınavını kaldırdılar. Mualla Eyüboğlu ve Sabahattin Eyüboğlu’nun yardımıyla Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğüne ve Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesinde Adnan Saygun’un asistanı olarak Ankara Devlet Konservatuarına atandım.” şeklinde anlatır.
1979 yılında müzik öğretmenliğinden emekli olan Hüseyin Küçükçakar: “86 yaşında,kulaklarımın az duymasına karşı bu 86 yıllık hayatı ben enstitülere borçluyum. Nota dayalı, şuursuz, ezberci eğitim sistemine karşı uygulamalı
bir eğitimle, üreterek bu ülkeye nasıl faydalı olabileceğini öğretti bize.” diyerek enstitülerde verilen eğitimi özetliyordu.
Küçükçakar ile İzmir-Göztepe’de apartmanlar arasında kalmış iki katlı evde
üç kez söyleşme olanağını yakaladım. Yakasında enstitü rozeti, boynundaki kravat, evinin köşesindeki piyano ve duvarlardaki seksen altı yıllık bir yaşam öyküsünün görsel hatıraları göze çarpıyordu. Eşini kaybetmiş ve yalnız yaşıyordu. 2 kızı ve torunları var. Kulakları biraz az duyuyordu. Söyleşi sonunda çok önemli bir şey göstereceğim dedi ve piyanosun üzerinde bulunan Hasanoğlan’da 1944-1945 yıllarında yazdığı “Piyano için Süit” eserini gösterdi. 19.10.1945 tarihinde imzalanmış eserin kapağında eserin basılmasını ve radyoda yayınlanmasını uygun bulan Öğretmen-Müzikbaşı Mehmet Öztekin, Armoni ve Piyano Öğretmeni Faik Canselen ve Tiyatro Öğretmeni Mahir Canova’nın imzaları var. İmzaların üstüne düşünülen notta da “Bu eser, halk musikisi tesirinde kalarak yazılmıştır. Türk ton ve ritimlerinden fazlaca faydalanmıştır. Teknik Armoni ve piyanoya yazış tarzı tamamen garp tekniğine dayanmaktadır. Türk ruhu ve garp tekniğinin (Beynelmilel görüşün) birleşmesi olan bu eseri basılmaya ve radyo ile yayınlanmasını uygun görüyoruz.” İfadeleri var. Eserin ilk sayfasının alt tarafı düzgün bir şekilde kesilmişti. Neden? diye sordum. Orada Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü yazılıydı. 1950-1960 arası DP döneminde enstitülere yönelik baskılar yüzünden kimliğini gizlemek için kesildiğini ifade etti. Bir an düşündüm ve Küçükçakar öğretmenime Süit’i 20 Mayıs 2010 Tonguç Sempozyum açılışında Konservatuar sanatçılarına yorumlatma sözü verdim. İki gün içerisinde fotokopisini alıp iade sözü vererek eseri aldım. Hüseyin Amca bu görüşmeden sonra çok heyecanlandı. Beni her gün arayıp sempozyum açılışında seslendirilip seslendirilmeyeceğini sordu. Yapabilirler mi? diye soruyordu. Ben de 20 Mayıs 2010 Perşembe günü salonda olmasını istedim.
Eseri Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarından Piyanist Alev-Efe Sezer ikilisine vermiştim. Mini konseri onlar verecekti ve 60 yıldır seslendirilmeyen bir eser seslendirilecekti. 20 Mayıs Perşembe günü Hüseyin Küçükçakar öğretmenim sabah 7.30’da hepimizden önce salondaydı. Açılış konuşmalarından sonra sanatçı arkadaşlarım ve öğrencileri sahne aldı. Sıra Hüseyin Amca’nın eserine gelmişti. Salondançıt çıkmıyordu. Konser bitti, sanatçı arkadaşlarım Hüseyin Küçükçakar öğretmenimi sahneye çağırdıklarında Hüseyin Amca’nın gözlerinden akan yaşlar tüm salonu olağanüstü bir duygu seline bırakmıştı. Sahnede O’na çiçeğini verirken gözyaşları arasında “Sağol Kemal, bana çok büyük bir armağan verdin” dediğinde gözümün önünden büyük Köy Enstitüleri ailesinin emek, üretim, insan, sanat kareleri geçti ve boğazım düğümlenmişti. Konser veren konservatuar öğrencisi kızlarımız da gözlerindeki yaşları siliyorlardı.