Enstitü’de iş başı zeybek havası ile yapılıyordu..

Enstitü’de iş başı zeybek havası ile yapılıyordu. öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alanda toplanıyor ve güne sabah sporu niyetine kızlı erkekli halk oyunları oynayarak türkülerle başlıyorlardı. sonra kendilerinden önce kalkıp fırınlarda ekmek pişiren arkadaşlarının hazırladıkları kahvaltıya oturuyorlardı. sabah 7.30’dan sonra da serbest okuma saati başlıyordu. her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı.
Bu serbest okuma saatinde isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. hatta bağlama dersini çoğu zaman enstitüleri birer birer gezen Aşık Veysel veriyordu..
Bu dersler, türküler, dizeler köyden yeni çıkmış çocuk yaştaki öğrencilerin üzerinde derin izler bırakıyordu. onlar; dinlediklerinden, okuduklarından etkileniyor, etkilendikçe taklit etmeye çalışıyor, taklit ettikçe de bozkır ortasından türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak bir köylü aydınlar kuşağı yetişiyordu. Fakir Baykurt’tan Mehmet Başaran’a, Ali Dündar’dan Dursun Akçam’a, Mahmut Makal’dan Talip Apaydın’a kadar..
Okuma saatinin ardından eğitim başlıyordu. eğitimin yüzde ellisi normal orta eğitim derslerinden oluşuyordu. ancak enstitülerin özelliği bununla yetinilmemesi ve iş eğitimine de aynı oranda önem verilmesiydi. kalan sürenin yüzde yirmi beşinde tarım dersleri veriliyordu. tarım saati geldiğinde öğrenciler, kazmaları kürekleri sırtlayıp ziraat marşı eşliğinde enstitünün tarlalarına gidiyorlar ve modern zirai teknikleri öğreniyorlardı. üstelik bu gerçek anlamda verimli bir ders oluyordu çünkü öğrenim sırasında ekilen tarlaların mahsulü daha sonra sofralarında yiyecek olarak değerlendiriliyordu.''