BİR ZAMANLAR KÖY ENSTİTÜLERİ...
Köy Enstitüleri 20. yüzyılın gerçek bir eğitim öyküsü. Bu yıl 75. kuruluş yıl dönümü. Biz sürdürememişiz, vazgeçmişiz ama dış ülkelerde hala inceleyen üniversite bölümleri, uygulamaya çalışan eğitim birimleri var. Yoksulluk yıllarında, zor günlerde çok büyük işler başarılmış. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda okuma yazma oranı %5 bile değilken 21 tane Köy Enstitüsü öğrencilerle birlikte inşa edilmiş. Modern ve ilmi tarım teknikleri uygulanmış. Kendisi üreten, kendisi tüketen, tasarrufa önem veren bir kuşak yetiştirilmiş. O yılların Milli Eğitim Bakanı, adı hala unutulmayan Hasan Ali Yücel. Bir efsane gibi sevilip sayılırmış...
1940-46 yılları arasında Köy Enstitülerinde 750.000 fidan dikilmiş.
Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü mezunu bir emekli öğretmeni ziyaret ettim birkaç gün önce. Konuşurken saygı ve hayranlık karışımı bir duygu duyuyorsunuz. "Keşke hep konuşsa, hep anlatsa" diyorsunuz. "Ah Köy Enstitüleri neden kapatılmış" diye hayıflanıyorsunuz. Zamanı geriye almak, yapılan güzellikleri herkese göstermek arzusunu duyuyorsunuz.
Nezihe Öğretmen'in , bir Çalıkuşunun gerçek öyküsünü o yüzden anlatmak istedim. Bu idealist öğretmenlerimizin sayısını çoğaltabilseydik şu anda ülkemizin eğitim-öğretim tablosu daha farklı olmaz mıydı diye düşündüm. İçim cız etti...
O'nu birkaç yıl önce tanıdım. O zamandan beri çekiminden kurtulamadım. Üstünde her zaman sade bir giysi vardı. Bir etek-bluz, dikkat çekmeyen bir kolye, çok kısa topuklu ayakkabılar. Gümüş rengi saçlar arkaya özenle taranmış. Sadelik içinde şıklık ancak böyle yakalanabilirdi. Yüzünde hep sıcak bir gülümseme. Sanki her an kucaklamaya hazır bir anne kucağı gibi.... Yüzündeki derin çizgiler yılların birikimi belki de. İzleri yıllar öncesine uzanan bir deneyimler kümesi adeta.
Nezihe Hamarat Çilingiroğlu eski bir Köy Enstitüsü Mezunu. Adeta o yıllardaki eğitim çalışmalarının canlı bir abidesi.Bugün 84 yaşında. Günde 2 gazete okuyor, televizyonda haberleri izliyor, ülke sorunlarıyla ilgileniyor. Eğitim- öğretimdeki aksaklıklara çok üzülüyor. Nezihe Teyze (Biz ona öyle hitap ediyoruz.) yakın bir dostumuzun annesi. Saatlerce otursanız sıkılmayacağınız bir insan. Yaşını hiç göstermiyor: Hafızası çok güçlü, geçmiş yılları çok güzel aktarıyor. Yaşadığı günler, anılar belki de onu böylesine dinç tutan...
Onu yormadan sorular sormaya çalışıyorum; Bıkmadan, usanmadan cevaplar veriyor. Anlattıklarını hayalimde canlandırarak yazmaya çalışıyorum. Karşımda bir canlı tarih var.
"Hiç unutmam, yıl 1943, günlerden 1 Nisan." Şaka gibi diyorum, gülüyor, "Güzel bir şaka" diyor. Ve anlatmaya devam ediyor:
"İlkokul son sınıfta çok başarılı bir öğrenciydim. Babamı kaybetmiştim. Öğretmenlerim tarafından seçilince bir öğretmen eşliğinde yola çıktım. Henüz 11 yaşındaydım.
Tosya'dan bir kamyonla pirinç çuvalları üzerinde bir yolculuk. Kastamonu Gölköy'e uzanan zorlu bir yol. O yıllar yokluk yılları.
Çok rahat bir yolculuk olmasa da, öğretmenliğe uzanan umut yoludur bu. Yolun sonunda aydınlanma- ışık vardır. Yeni bir Çalıkuşu, yüreği pır pır ailesinden ayrılmış, öğretmen olmak üzere yeni okuluna gitmektedir. Aynı arabada okulun kıdemli öğretmenlerinden Osman Bozok vardır.
Nezihe Öğretmen o anı hala o günkü heyecanla anlatıyor: "Osman Öğretmen yol boyunca bana soru sordu. Annemi, babamı, neden öğretmen olmak istediğimi, en çok hangi dersleri sevdiğimi... Benden önce okula gidip anne hasretine dayanamayınca tekrar köyüne dönen bir kız arkadaşım vardı. Ben öyle olmayacaktım.
Okulumuzda 100'ü kız, 1000 öğrenci vardı. Her gün sabah sporu yapardık. Her şeyi kendimiz üretirdik. Buğdayı eker, ekmeğimizi fırınlarda pişirirdik. Sabah sporundan sonra kahvaltıda kendi pişirdiğimiz ekmeği yerdik. Trikotaj atölyesinde giysilerimizi örer, dikiş atölyesinde dikerdik. Meyvemizi, sebzemizi okul bahçesinde yetiştirirdik. Okul inşaatında çalıştık, tezek kullanmayı öğrendik."
O yıllara yeniden dönmek, o günleri tekrar hayal etmek...Sesi hafif titreyerek anlatıyor Nezihe Öğretmen: " Teorik derslerimiz vardı, sınıflarda olurduk. Uygulamalı derslerimizi atölyelerde veya bahçede yapardık. Tarım dersleri, arıcılık, sağlıkçılık, terzilik, balıkçılık bilgileri verilirdi.Öğretmen olduğumuzda gittiğimiz köylerde bu bilgileri kullandık.
Yılda en az 25 kitap okurduk. Dünya klasiklerinden oyunlar sergilenirdi. Farklı şubelerde İngilizce, Fransızca, Almanca Dilleri görülürdü. Fransızca çok revaçtaydı, İngilizce çok istenmezdi. Hepimiz okuldan bir müzik aleti çalmayı öğrenerek mezun olduk. Ben mandolin çalardım. Daha önceleri hiç elime almamıştım.
Okul 5 yıldı. Yılda sadece 40 gün tatil yapardık. Ulaşım şimdiki kadar rahat değildi. Okula haftada bir gelen bir posta arabası vardı. Bir de faytonlar ve at arabaları..."
KAYNAKBiraz çekinerek başkaları adına soruyorum:" O yıllarda kızlarla erkeklerin birlikte okuması yanlış anlamalara neden olur muydu?" Nezihe Öğretmen içtenlikle sorumu cevaplıyor: "Okul Müdürümüz kesinlikle olumsuz davranışlara izin vermezdi. Zaten erkekler kızlara çok saygılıydı. Bir sınıfta 60-70 erkek öğrenci, 5-6 kız öğrenci olurdu. Yemekhane ve yatakhaneler ayrıydı. Müdürümüz, "okul bitip diplomalarınızı aldığınızda hayat arkadaşınızı seçebilirsiniz" derdi. Okul bitince son sınıftakilerden ailelerinin onayıyla okulda nişanı yapılanlar oldu. "
Nezihe Öğretmen kışın 3 ay İstanbul'da yaşıyor. İşlerini kendi kendine halledebiliyor. Yazın Ege Yöresindeki yazlığında bahçe ve ağaç bakımını yapıyor. Mandalina, portakal, nar, ayva yetiştiriyor. Okuldaki tarım derslerinin ona kazandırdığı bir beceri bu. Genellikle baharda kızı ve damadıyla birlikte Mersin'de oluyor. Çok iyi bir insan, çok içten bir dost. Evde gününü en iyi şekilde değerlendiriyor.
İnanıyorum ki eski Köy Enstitüsü mezunları bugünün çok değerli, saygın insanları. Çok güzel işler başarmış, ülkesini seven, idealist, güzel insanlar. Ne yazık, onların değerini bilemedik. İnsan gücümüzü, eğitim sermayemizi hoyratça kullandık. Yapmak zor, yıkmak kolaydı. Onu başardık...