KÖY ENSTİTÜLÜ: İBRAHİM HAKKI KAVASOĞLU

Ne biçim bir “eğitimci”, nasıl bir insanmış ki bu İsmail Hakkı Tonguç;  olumsuz hiçbir söz duymadım ve okumadım O’nun hakkında. (Avukat Kenan Öner ile Emin Soysal neler demişler, neler yazmışlar; bilmem!) 

Altı yıl, eski bir Köy Enstitüsü olan Aksu’da okudum; ben de. (1953-1959)

İlköğretim Genel Müdürü’nü de görmedim hiç, Öğretmen Okulları Genel Müdürü’nü de… Vazgeçtim; mübarek yüzlerini görmeyi, adlarını da duymadan hiç. Hâlâ da bilmem.

Pekiyi, benden 15 yıl önce Köy Enstitüleri’nde okuyanlar nerden biliyorlar Tonguç’u?

Demek ki, 1940’lı yılların ilk yarısında o makamda oturan insan, çok çok farklıymış, kendinden sonra gelenlerden.

“Elbette çok farklıymış muhterem! Düşün ki, Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’ya,  Mareşal Fevzi Çakmak’a, Başbakan Celal Bayar, Şükrü Saraçoğlu, Şemsettin Günaltay ve Recep Peker’e, dahası Milli Eğitim Bakanı Hasan-Ǻli Yücel’e değil de Tonguç’a “baba” diyorlar. Kolay kolay verilmez herkese; böyle bir unvan” diyorsanız, ben de bir küçük ekleme yapayım:

Ve onca yıl geçmesine karşın, o hâlâ Tonguç Baba!..

Düşünüyorum da şimdi, Aksu’da ne bir Cumhurbaşkanı gördüm ben, ne bir Başbakan, ne bir Millî Eğitim Bakanı…

1940’lı yılların başlarında Aksu’da okuyanlar, ilköğretim müdürünün İsmail Hakkı Tonguç, Antalya valisinin Haşim İşcan olduğunu biliyorlar da 1953’ten 1959’a kadar o makamlarda oturanlar kimdi, bilmiyorum ben.

Neden mi?

Belleğimin güçsüz olduğundan değil, hiç görmedim ki ben,  o “mübarek insan”ların yüzünü.

Aksu’da görmediğim gibi, İstanbul’da okurken de görmedim.

Oysa Hüseyin Atmaca diyor ki:

“Tonguç ile Hasanoğlan dönemimde gerek bakanlıkta, gerekse Etlik Bağevinde çok sık görüştük. Tonguç’un eşinin yemeğini çok yedim.”

Ben öğrencilik dönemimde, bırakın yüksek bir görevlinin yemeğini yemeyi, bir bardak çayını bile içmedim. Bırakın evine gitmeyi, makamına uğramaya bile cesaret edemedim. Demek ki, bu yakınlığı gösteren, bu cesareti veren kimse olmamış.

Nitekim, Zekeriya Kayhan şöyle açıklık getirmiş bu konuya:

“Enstitü fikri ve projesi Tonguç Baba’nındır. Ona olan saygımız, sevgimiz sonsuzdur. Hasanoğlan’da hep yanımıza gelirdi. Hep yakınımızdaydı.”

Bekir Kacar, Kızılçullu günlerini anlatırken:

“Tonguç da okula defalarca geldi. Her gelişinde bizleri sınıfta ve çalıştığımız yerlerde ziyaret ederdi.” diyor.

İşe bakın siz… Dünya savaşı var bir yanda, öte yanda kıtlık… Ulaşım derseniz, o günün koşulları… Buna rağmen makamında oturmuyor Tonguç. Bugün Kızılçullu’da, ertesi gün Çifteler’de… Bir bakmışsın Kepir’de, Akpınar’da, bir bakmışsın Cılavuz’da, Beşikdüzü’nde…

“Aşk” derler buna, aşk!..

Başka açıklaması olamaz bunun.

Laf olsun diye gitmiyor tâ oralara. Müdürü ve öğretmenleri görüp dönmüyor. Sınıftaysa sınıfta, tarladaysa tarlada, işlikte, atölyede, ahırda ziyaret ediyor öğrencileri.

Kemal Güngör, iyice pekiştiriyor:

“Tonguç çok geldi. Bir arkadaş gibiydi. Hep aramızdaydı. “Bir ihtiyacınız var mı?” diye hep sorardı. Tonguç bizimle konuşması yanında atölye ve işliklerin çalışıp çalışmadığını da sıkı bir şekilde kontrol ederdi.”  

Hayret değil mi! “Yahu, bana ne! O ilçenin Kaymakamı, o ilin Valisi, Milli Eğitim Müdürü, Müfettişi var… Kontrolü onlar yapsın!” demiyor.

Sana ne be kardeşim!               

Sen, koskoca bir Bakanlığın, koskoca bir “Genel Müdürü”sün. Otur oturduğun yerde!

Elinin altında telefon…



Gece gündüz demeden, deli gibi, tâ Kırklareli’nden Kars’a, Ǻrifiye’den Pulur’a, Ortaklar’dan Gönen’e, Aksu’ya, Düziçi’ne, Dicle’ye, dolanıp durmanın ne anlamı var?

İbrahim Hakkı Kavasoğlu ne diyor; bakalım:

“Tonguç, Enstitülerin çalışmalarını her şeyi ile yakından takip ederdi. İş eğitimine önem verilmesini, yaparak, yaşarak öğrenilmesini ister; öğretmen ve usta öğreticisinden onu beklerdi.”

Buradan da anlaşılıyor ki, O, eğitimi bir ezber, bir süs değil, “iş yapmak”, “üretmek”, “yararlı olmak”  olarak görüyormuş. O böyle bir eğitim uygulamasaydı Köy Enstitülerinde; Süleyman Koyuncu:

“Enstitüde bisiklet, motosiklet kullanmayı, nalbantlık, daktilo yazma, ipekböcekçiliği, arıcılık, şarapçılık, salamura yapma, peynir yapma becerilerini kazandık.” diyebilir miydi? (Süleyman Koyuncu da, Turan Aydoğan ve Mehmet Başaran gibi da askerde yedek subay yapılmayıp “çavuş” çıkarılanlardan!..)

 Neymiş efendim!.

Ben 5 yıl yerine 6 yıl okumuş, daha çok ezber yapmışım. Bundan kime ne?

Pekiyi, ben niçin kazanamadım; bu becerilerden birini bile? Gerçekten de ne bisiklete binmeyi bilirim, ne motosiklete… Daktilo yazmayı da beceremem. Şarapçılıktan hiç mi hiç anlamam.

Tonguç, öğrencileri yalnız okulda değil, enstitüden mezun olduktan sonra da izleyen bir insan… Bakınız öğretmen Ali Özer ne anlatıyor:

“Bir gün, Ortaklar Köy Enstitüsü Müdürlüğü’nden haber geldi. Hemen okula gelmem isteniyordu. Atıma bindim. Acele okula vardım. Daha varınca niye çağrıldığımı anlamıştım. Çünkü orada çok değerli bir eğitimci, Tonguç Baba vardı. Onu görünce çok sevindim ve çok heyecanlandım (…) Bizleri sıcak yuvasında büyütüp ışık veren o büyük insanın boynuna atılıp sarılmak geldi; içimden. Ama yapamadım. (…) Tonguç Baba’yla müdür beyin odasında birebir  konuşma olanağı buldum.”

Tonguç, Ali Özer’den köyünde bir marangoz atölyesi açmasını ister. Tezgâhı ve âletleri varmış da, kerestesi yokmuş Ali Öğretmen’in! Müdüre dönüp “Ali’ye yarın kereste gönderelim” der Tonguç. Ve gerçekten de ertesi gün kereste gelir köye.

Haydi, Ali Özer’in yerinde siz olun da açmayın bakayım, marangoz atölyesini!..

Mehmet Nevzat Aksoy da şöyle özetlemiş duygularını:

“Tonguç, Enstitüye çok sık gelirdi; bizler ona hayrandık. O bizim için Tonguç Baba’ydı. O bizim gibi halk çocuğuydu. Taşıtla değil, yaya gelirdi Kızılçullu’ya. Yaşamımda gördüğüm en önemli halk adamıydı.”

15 yıl kadar önce, İzmir-Esentepe’de  400 öğretmen birleşip Mimkent Yapı Kooperatifi’ni kurarlar. Her üye konut sahibi olur. Bir toplantılarında, Tonguç adına bir okul yapılması önerilir. Herkes büyük bir coşkuyla benimser bu öneriyi. Karşıyaka’da kurulmuş Uygar Eğitim Kooperatifi ile anlaşırlar. Yaptırmakta oldukları ilköğretim okulunun adının İsmail Hakkı Tonguç olması







koşuluyla güç birliği yapıp okulu 2008-2009 ders yılında tamamlarlar. Ancak aynı adla başka bir okul olduğundan okul Yücel-Tonguç İlköğretim Okulu adıyla Eylül 2008’de törenle açılır.

Kim demiş, “Vefa denen şey, yalnızca İstanbul’da bir semtin adıdır.” diye?

1945 Kızılçullu mezunu Mehmet İpekçi de şöyle anlatmış Tonguç’u: 

“Tonguç, Kızılçullu’ya çok sık gelirdi. Çamların altında otururken“Çocuklar !.. Biz sizleri ütülü pantolonlu memur öğretmen olarak yetiştirmek istemiyoruz. Sizi öyle yetiştiriyoruz ki,  zirai faaliyetleri bilen, demircilik, marangozluk ve yapıcılık becerilerini edinmiş, köyde önder olabilecek ve köye varınca başka köy çocuklarını buralara gönderecek ve bu böyle de devam edecek. Ülkeyi hep beraber iyiye, güzele dönüştüreceğiz.” dediğini dün gibi anımsarım.”

Bayanlardan da konuşanlar var… Zehra Güngör Büyükkoç diyor ki:

“Ben öğrenci iken (1941-1946) Tonguç, Yücel ve İnönü okulumuza ve sınıfımıza birçok kez geldiler. Bize çeşitli sorular sordular. Tahtaya kaldırdılar. Onlar bizle, bizler de onlarla çok heyecanlanıp gururlandık. Konuşmaları, hareketleri bizi çok etkiledi.”(*)

Ne yazık ki, öğrenciliğim sırasında,  kimse söz etmedi bu “büyük insan”dan bana.

Ve kim ki, “Bu ülkenin insanları vefasızdır” der, kesinlikle inanmam ona!













(*) Bu yazı, Prof. Kemal Kocabaş’ın “Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar” adı eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır. (Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 2011 İzmir)

“-Bağla kızım; Samsun Milli Eğitimi Müdürünü” de,  Ladik’e  o gitsin. “Bağla kızım Konya Milli Eğitim Müdürünü” de, İvriz’e o gitsin; “Bağla kızım Malatya Millî Eğitimi Müdürünü” de,  Akçadağ’a o gitsin, “Bağla kızım Kars’ı” de,  Cilavuz’a Kars Milli Eğitim Müdürü gitsin.KAYNAK: