Eyüp Tatlıpınar
Cumhuriyet döneminin ilk önemli eğitimcilerinden Mehmet Ali Eren, Anadolu'yu karış karış dolaşan ilkokul öğretmenlerinden biridir. Niyeti öğretmenlik yapması için yetiştirilecek çocuk bulmaktır. Evet, vaktiyle öğretmenlerin böyle bir görevi de vardır ve hatırı sayılır bir orandaki kadın öğretmen onun sayesinde yetişmiştir. Tahmin etmek güç değil; o zamanlarda okuyacak ve öğretmen olacak kız öğrenciyi köylerde bulmak kolay değildir. Eren, anılarında köylüleri nasıl ikna ettiğini anlatıyor.
Anılarından birinde Çaycuma'dan söz ediyor. Hiçbir yeri bilmediği, kimseyi tanımadığı ilçeye gittiğinde kaymakamın makamına çıkıp ona her gittiği köyden iki kız bulacağını söyler; öğretmenlik eğitimi alması için...
Bir köye yaklaştığında sırtlarında odun taşıyan dört ihtiyar kadın görür ve kendisini tanıtıp derdini anlatmaya başlar; 'Devlet köy okullarına kendi köyünden kadın öğretmen yetiştirmek istiyor, devlet ona bahçe verecek, koyun verecek, inek verecek. Onların gelirleri öğretmenin olacak. Ayrıca maaş da verecek. Köyünüze öğretmen yetiştirmek için iki kız öğrenciyi devlet okutmak istiyor. Sebep olup da öğretmen olacak bu kız öğrencileri sağlarsanız, öldüğünüzde nur içinde yatarsınız. Peygamberimizin yardımıyla yüce Tanrı sizi cennetinde mükafatlandırır.' Eren, kadınları ikna etmek için dini içerikli konuşma yapmasının karşılığını hemen görür ve kadınlar ona köydeki öksüz kızlardan bahseder. Aranan öğrenci bulunmuştur. Diğer köylerden öğrenci bulması da zor olmayacaktır.
Benzer ve ilginç anılar çok... Küçük bir çocukken, eğitimci babası İsmail Hakkı Tonguç'la köylere giden Engin Tonguç, karşılaştığı şaşırtıcı anların bolluğundan söz ediyor. 'Hiç unutmam, bir köye arabayla gittiğimizde çocukların hepsi ortalıktan kaybolup saklandı, bazıları tepeye kaçtı. Arabadan korktuklarını anladık, sonra gelip arabaya ilgi göstermeye başladılar, onun canavar gibi bir şey olduğunu düşünüyorlardı.'
'BİR TAŞLA BİRÇOK KUŞ'
Haberin uzunca girişinde yer verdiğimiz iki hikayenin konusu da Köy Enstitüleri. 1935'te yapılan nüfus sayımına göre ülkenin yüzde 80'inin okuma yazma bilmediği, 40 bin köyden 31 bin tanesinde okul bulunmadığı bir dönemde, bu eğitim sorununu çözmek için kurulmuş Köy Enstitüleri. Hedefine, 'iş içinde eğitim' anlayışıyla ulaşmaya çalışırken, aynı zamanda öğrencilere beceri ve meslek kazandırmayı amaçlamış. Fikri olmayanlar için kısaca belirtelim; öğrencilerin okuma yazma öğrendiği; okulun inşası, bahçenin düzenlenmesi gibi işlerde bizzat çalıştığı; bölgeye göre ihtiyaç duyulan arıcılık, balıkçılık, tarım gibi işlerin öğrenildiği; güzel sanatlar eğitiminin verildiği eğitim kurumları söz konusu olan...
1936'da Eğitmen Kursları'yla başlayan, 1940'ta resmi bir genelgeyle Köy Enstitüleri adını alan, zamanla işlevi kaybettirildikten sonra 1947'de, yine resmi bir genelgeyle hayatına son verilen bu eğitim kurumlarının hikayesi, dönemin koşullarını da yansıtan biçimde bugünlerde bir serginin konusu... Beyoğlu'ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde 17 Ekim'e kadar gezilebilecek fotoğraf ve obje sergisi, 'Düşünen Toprak/ Konuşan Tohum' başlığını taşıyor.
Hafta arasında, bazı gazetecilerle sergiyi gezdiğimizde rehberliğimizi Engin Tonguç yaparken anılarını dinleme fırsatı da bulduk. Yaygın biçimde yaşanan yokluğun, bu yoklukta ortaya çıkan gücün farkına varmak için illa bir anlatıcıya gerek yok aslında. Sergiyi gezdiğinizde fotoğraflardaki insanların, çocukların çelimsiz duruşlarında ve yüzlerinde, uğraşmakta oldukları bahçe ya da inşaat işlerinde, müzik enstrümanlarını çalışlarında ve bütün bunların oluşturduğu koreografide durumu fark etmek mümkün. Fotoğrafların yanındaki metinlerin de size yardımcı olacağını söyleyelim.
Bize sergiyi gezdiren, serginin danışmanı Engin Tonguç'un babası İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960) için bir parantez açmak gerek. Zira İsmail Hakkın Tonguç'un adı, kurucusu olduğu Köy Enstitüleri'nin adıyla neredeyse özdeşleşmiş durumda.
BÜROKRASİYLE İMTİHAN
Bulgaristan'da, Silistre'de doğan Tonguç, eğitim almak için memleketinden kalkıp İstanbul'a gelmiş, eğitimini geliştirmek için Almanya'nın yolunu tutmuş, kendisi gibi yeni eğitmenler yetiştirmek içinse Anadolu'da gezmedik yer bırakmamış bir eğitimci... İlkokul öğretmeni olarak başladığı mesleki kariyerini İlköğretim Genel Müdürü sıfatıyla noktalamış bir isim... Döneminin eğitim problemlerini çözmek için bizzat araştırmalar yapan, raporlar hazırlayan bir bürokrat...
Aslında bu 'bürokratlık' meselesi ilginç. Engin Tonguç, babasının bürokratları hiç sevmediğini; gittiği yerlerde onlarla birlikte fazla zaman geçirmeyi tercih etmediğini; örneğin arabasında taşıdığı kumanyasını bir çeşme başında açıp yemeyi, kaymakam sofrasına oturmaya defalarca tercih ettiğini söylüyor. Bürokratların da babasını sevmediğini ekleyerek...
Tonguç'un bürokrasi tarafından sevilmemesinin nedenleri aynı zamanda Köy Enstitüleri'nin kapatılma nedenleri biçiminde de görülebilir. Bu nedenlerden biri enstitülerin yönetim biçimleriydi; buralarda öğrenciler ve çalışanlar yönetimde müdürle birlikte mutlak söz sahibiydi. Engin Tonguç, İsmet İnönü'nün bir enstitüyü ziyaret ettiğinde ona özel yemek çıkaran müdürün, öğrenciler tarafından herkesin bulunduğu bir toplantıda eleştirildiğini anlatırken ekliyor; 'Bürokratlar da, toprak ağaları da sık sık enstitülerdeki öğretmenlerin ve öğrencilerin bu dik başlılığından şikayet ederdi.'
Enstitülerde hakim olan bu demokratik anlayış, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika'yla yakın ilişkiler kurulması nedeniyle, komünizme yakın bulunuyor ve büyük tepki çekiyordu. Engin Tonguç, enstitülerin 1947'de başka pek çok küçük eleştiri yapılıp kapatılmasında en büyük nedenin bu olduğunu düşünüyor.
KAYNAK
Anılarından birinde Çaycuma'dan söz ediyor. Hiçbir yeri bilmediği, kimseyi tanımadığı ilçeye gittiğinde kaymakamın makamına çıkıp ona her gittiği köyden iki kız bulacağını söyler; öğretmenlik eğitimi alması için...
Bir köye yaklaştığında sırtlarında odun taşıyan dört ihtiyar kadın görür ve kendisini tanıtıp derdini anlatmaya başlar; 'Devlet köy okullarına kendi köyünden kadın öğretmen yetiştirmek istiyor, devlet ona bahçe verecek, koyun verecek, inek verecek. Onların gelirleri öğretmenin olacak. Ayrıca maaş da verecek. Köyünüze öğretmen yetiştirmek için iki kız öğrenciyi devlet okutmak istiyor. Sebep olup da öğretmen olacak bu kız öğrencileri sağlarsanız, öldüğünüzde nur içinde yatarsınız. Peygamberimizin yardımıyla yüce Tanrı sizi cennetinde mükafatlandırır.' Eren, kadınları ikna etmek için dini içerikli konuşma yapmasının karşılığını hemen görür ve kadınlar ona köydeki öksüz kızlardan bahseder. Aranan öğrenci bulunmuştur. Diğer köylerden öğrenci bulması da zor olmayacaktır.
Benzer ve ilginç anılar çok... Küçük bir çocukken, eğitimci babası İsmail Hakkı Tonguç'la köylere giden Engin Tonguç, karşılaştığı şaşırtıcı anların bolluğundan söz ediyor. 'Hiç unutmam, bir köye arabayla gittiğimizde çocukların hepsi ortalıktan kaybolup saklandı, bazıları tepeye kaçtı. Arabadan korktuklarını anladık, sonra gelip arabaya ilgi göstermeye başladılar, onun canavar gibi bir şey olduğunu düşünüyorlardı.'
'BİR TAŞLA BİRÇOK KUŞ'
Haberin uzunca girişinde yer verdiğimiz iki hikayenin konusu da Köy Enstitüleri. 1935'te yapılan nüfus sayımına göre ülkenin yüzde 80'inin okuma yazma bilmediği, 40 bin köyden 31 bin tanesinde okul bulunmadığı bir dönemde, bu eğitim sorununu çözmek için kurulmuş Köy Enstitüleri. Hedefine, 'iş içinde eğitim' anlayışıyla ulaşmaya çalışırken, aynı zamanda öğrencilere beceri ve meslek kazandırmayı amaçlamış. Fikri olmayanlar için kısaca belirtelim; öğrencilerin okuma yazma öğrendiği; okulun inşası, bahçenin düzenlenmesi gibi işlerde bizzat çalıştığı; bölgeye göre ihtiyaç duyulan arıcılık, balıkçılık, tarım gibi işlerin öğrenildiği; güzel sanatlar eğitiminin verildiği eğitim kurumları söz konusu olan...
1936'da Eğitmen Kursları'yla başlayan, 1940'ta resmi bir genelgeyle Köy Enstitüleri adını alan, zamanla işlevi kaybettirildikten sonra 1947'de, yine resmi bir genelgeyle hayatına son verilen bu eğitim kurumlarının hikayesi, dönemin koşullarını da yansıtan biçimde bugünlerde bir serginin konusu... Beyoğlu'ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde 17 Ekim'e kadar gezilebilecek fotoğraf ve obje sergisi, 'Düşünen Toprak/ Konuşan Tohum' başlığını taşıyor.
Hafta arasında, bazı gazetecilerle sergiyi gezdiğimizde rehberliğimizi Engin Tonguç yaparken anılarını dinleme fırsatı da bulduk. Yaygın biçimde yaşanan yokluğun, bu yoklukta ortaya çıkan gücün farkına varmak için illa bir anlatıcıya gerek yok aslında. Sergiyi gezdiğinizde fotoğraflardaki insanların, çocukların çelimsiz duruşlarında ve yüzlerinde, uğraşmakta oldukları bahçe ya da inşaat işlerinde, müzik enstrümanlarını çalışlarında ve bütün bunların oluşturduğu koreografide durumu fark etmek mümkün. Fotoğrafların yanındaki metinlerin de size yardımcı olacağını söyleyelim.
Bize sergiyi gezdiren, serginin danışmanı Engin Tonguç'un babası İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960) için bir parantez açmak gerek. Zira İsmail Hakkın Tonguç'un adı, kurucusu olduğu Köy Enstitüleri'nin adıyla neredeyse özdeşleşmiş durumda.
BÜROKRASİYLE İMTİHAN
Bulgaristan'da, Silistre'de doğan Tonguç, eğitim almak için memleketinden kalkıp İstanbul'a gelmiş, eğitimini geliştirmek için Almanya'nın yolunu tutmuş, kendisi gibi yeni eğitmenler yetiştirmek içinse Anadolu'da gezmedik yer bırakmamış bir eğitimci... İlkokul öğretmeni olarak başladığı mesleki kariyerini İlköğretim Genel Müdürü sıfatıyla noktalamış bir isim... Döneminin eğitim problemlerini çözmek için bizzat araştırmalar yapan, raporlar hazırlayan bir bürokrat...
Aslında bu 'bürokratlık' meselesi ilginç. Engin Tonguç, babasının bürokratları hiç sevmediğini; gittiği yerlerde onlarla birlikte fazla zaman geçirmeyi tercih etmediğini; örneğin arabasında taşıdığı kumanyasını bir çeşme başında açıp yemeyi, kaymakam sofrasına oturmaya defalarca tercih ettiğini söylüyor. Bürokratların da babasını sevmediğini ekleyerek...
Tonguç'un bürokrasi tarafından sevilmemesinin nedenleri aynı zamanda Köy Enstitüleri'nin kapatılma nedenleri biçiminde de görülebilir. Bu nedenlerden biri enstitülerin yönetim biçimleriydi; buralarda öğrenciler ve çalışanlar yönetimde müdürle birlikte mutlak söz sahibiydi. Engin Tonguç, İsmet İnönü'nün bir enstitüyü ziyaret ettiğinde ona özel yemek çıkaran müdürün, öğrenciler tarafından herkesin bulunduğu bir toplantıda eleştirildiğini anlatırken ekliyor; 'Bürokratlar da, toprak ağaları da sık sık enstitülerdeki öğretmenlerin ve öğrencilerin bu dik başlılığından şikayet ederdi.'
Enstitülerde hakim olan bu demokratik anlayış, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika'yla yakın ilişkiler kurulması nedeniyle, komünizme yakın bulunuyor ve büyük tepki çekiyordu. Engin Tonguç, enstitülerin 1947'de başka pek çok küçük eleştiri yapılıp kapatılmasında en büyük nedenin bu olduğunu düşünüyor.
KAYNAK