'Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, arkasından İstiklal Savaşı sekiz on sene içersinde üç dört tane savaş geçirmiş bir ülkeydik, erkek sayısı çok azalmış. O zamanın nüfusuna göre üçte ikisi kadın, üçte biri erkek, nüfus dağılımı böyle üçte birin içersinde yaşlı ve çocuk gazi olmuş olanlar da vardı. Çalışabilecek çok az erkek kalmıştı, devlet bunu işçi olarak mı, eğitimci olarak mı, memur olarak mı kullansın. Köy Enstitüleri böyle ortaya çıkmış, öyle kişiler yetiştirelim ki bu eğitimci olsun, sağlıkçı olsun, ziraatçı olsun, sanatçı olsun, bu toplumcu olsun. Hakkı Tonguç babanın buluşu bu. Birçok ülkelerden projeleri toplamış bunu kendiliğinden Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu model olarak ortaya çıkarmış. Gerçekten önce eğitimci yetiştiriliyordu. Sonra ziraatçı, sanatçı, sağlıkçı bir kişinin üzerinde üç beş kişinin görevi var. Bu görevle köylere gönderilmişlerdi. Ben köylerde aşı yaptım, bahçelerinde fide yetiştirdim. Biz hayvancılık konusunda da temel bilgiye sahiptik. Hayvanım hasta derdi köylüler, hayvan ateşliyse mikrobik bir hastalığa yakalanmış demektir. İmkânlarımız doğrultusunda köylülere yardımcı olmaya çalışırdık. Bize bir veteriner gibi hayvanlarını göstermeye getirirlerdi. Bizim için dini konular da önemliydi. Tarih derslerinde Müslümanlıkla ilgili konular çok geniş ele alınırdı.
Köyler dini konulara çok düşkündü. Dini kitaplarım vardı çalışırdım. Camiye gittiğim zaman döndürür dolaştırır bağlardım o konuya, anlatırdım. Köylüler "bizim hoca, bizim imamdan daha fazla biliyor derdi. Bu öğretmene karşı saygınlık, güven duygusunu arttırıyordu
Hiç kimse toplumun karşısında aşağılanmak istemez. Öğretmen ön plana çıkınca imam sana karşı cephe almaya başlıyor.'' Mustafa Büyükkırlı