KÖY ENSTİTÜLERİ'NİN KAPATILIŞ SENARYOSU...


“Menderes söz vermişti alanlarda: Köy Enstitüleri kapatılacaktı.
“Bulun” diyordu Avni Başman’a. “Komünizmden mahkum olmuş enstitülü bulun”.
Avni bey Bakanlıktan, Milletvekilliğinden istifa edince yerine Samsun Bayındırlık Müdürü Tevfik İleri getirildi.
Tevfik İleri ilginç biriydi. Bayındırlık Müdürüyken Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’nü görmüş çok etkilenmişti. Diyordu ki, yerel bir dergide yazdığı yazıda “….Tesadüfen görmemiş olanların katiyen bilmelerine, tasavvur etmelerine imkan olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu köy enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alarak, gurur duyarak gördük. Bugün dileğimiz Türkiye için çok faydalı olan bu köy enstitüleri davasının muvaffak olması, gerçekleşmesidir. Bu güzel. Hayat dolu istikbalimiz için ümit verici enstitüden ayrılırken, şöyle düşündüm. Şehirlerin kasvetli, insanı karamsar edici havasından bunalanlar buraya uğramalıdır.. Burası hasta dimağ ve ruhlar için bir şifa kaynağı olacaktır.”
Ama Başbakanı bekletmedi.
“Emredersiniz! YOKSA BİLE YARATIRIZ efendim”
Odasına inerken Orhan Hançerlioğlu’na rastladı. Ödevi anlattı.
Hançerlioğlu eski İşişleri Bakanı Necdet Uğur’a göre derin devlettendi, her bir işi yapabilirdi.
“Tamam” dedi ben şimdi İstanbul’da kurarım bir ‘Köy Kalkındırma Derneği’, enstitülüler oltaya koşan balık gibi… Kırklareli’nde Adnan Çakmak Emniyet Müdürü. Fevzi Çakmak’ın yeğeni, ’alo’ derim ona da,’şu amaçla bir dernek kuruyoruz, sende bir şubesini açacaksın orada. Kat aralarında üç dört ajan yönlendir’ İş olgunlaşınca… al sana komünistlikten mahkum enstitülüler….”
Öyle de oldu Bir bakıma Aziz Nesin’lik bir güldürü. Bir bakıma aydın kıyımı uygulaması
Bu kitapta emirle kurgulanan “Köy Enstitülü Komünist yaratma “ dramının hikayesini göreceksiniz
Sonuç sıfıra sıfır. Elde var sıfır… Köy Enstitülü komünist yaratılamadı. Adalet vardı… Suçlanan herkes aklandı. Suç ve suçlu yok. Suç yok da bu insanlara çektirilenler bir ceza değil mi, İki yıl yedi aya varan tutukluluk süreleri çekilen mahpushane günleri , Mesleğini kaybeden gencecik öğretmenler, işinden olanlar yaşanan aile facialarının suçlusu kim? Hayata tutunmak için tırnakları ile toprağı kazımak zorunda kalanların günahı kimin omuzlarında!
Kitabın arka kapağında Metin Fındıkçı hikayenin başlangıcını Feyzullah Aktan’ın kaleminden şöyle yazıyor.
“Uğursuzlar, hep sabahın alaca karanlığına çalarlar kapıları…Uykunun en tatlı yerinde, 25 Mart 1953 sabahı da öyle yaptılar… Uykumuzun en tatlı yerinde çaldılar kapımızı”.. diye söze başlıyor Feyzullah Aktan. Tam tamına 56 yıl önce; 1953 yılında arkadaşlarıyla birlikte hakkında sudan nedenlerden dolayı bir dava açılıyor..
Bu kitapta, insanı insanlığından utandıran, insana korkuyu, karanlığı ve özgürlükten yana yoksunluğu ve yoksulluğunu anımsatan bir dava anlatılıyor. Bu kitabı okuyan her insan olağan bir durumda kendisine ''Neden?'' Diye sormalı, ''neden onca zulüm ve baskı?''
MC Carthy dönemindeki karanlık davalara benzeyen bu dava; aslında insanlık adına utanç vericidir.
İnsan sormadan edemiyor: ''Bu memlekette bazı şeylerin değişmesi için kaç yıl, kaç çağ geçmesi lazım?“
Bu kitabı okuduktan sonra Uğur Mumcu’nun 17 Nisan 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısı daha çok anlam kazanıyor
“Köy Enstitülerinin kurucuları bir yenik ordunun yiğit komutanlarıdır Öğrencileri ise bu yenik ordunun adsız askerleridir Köy Enstitülerinin kurulduğu yerlere bu gün birer ‘ Meçhul Öğretmen Anıtı’ diksek ve her 17 Nisanda bu anıtlara saygı duruşunda bulunsak acaba devlet ve toplum olarak bu öğretmenlere çektirdiğimiz acıları, bir gün için bile olsa unutturabilir miyiz?”