Bozkırı tutuşturan kıvılcım: Hasanoğlan Köy Enstitüsü
“Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım Ben bir bahçe suluyordum gönlümden Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden Ne güller fışkırır çilelerimden Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim Korkmadım, korkmuyorum ölümden Siz çiçek getirin, yalnız çiçek getirin”
Tam da bugün, 72. kuruluş yıldönümünü kutladığımız Köy Enstitüleri’ni oluşturan, Ceyhun Atuf Kansu’nun o ünlü şiirinde betimlediği muhteşem ruhtu…
Köy Enstitüleri, oğlu Can Yücel’in, şiirinde “çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” diye tanıttığı, bir Cumhuriyet aydını olan Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde kuruldu. Fikir babalığını İsmail Hakkı Tonguç’un yaptığı bu aydınlanma okulları 1940-1953 yılları arasında 17 bin mezun verdi.
Köy Enstitüleri, oğlu Can Yücel’in, şiirinde “çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” diye tanıttığı, bir Cumhuriyet aydını olan Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde kuruldu. Fikir babalığını İsmail Hakkı Tonguç’un yaptığı bu aydınlanma okulları 1940-1953 yılları arasında 17 bin mezun verdi.
Köy Enstitüsü fikri 1930’lu yılların sonunda Türkiye’nin aydınlık gazetesi Cumhuriyet’te de yer bulmaya başlamıştı. Cumhuriyet’in başyazarı Yunus Nadi, 10 Ağustos 1937 tarihli yazısında şöyle diyordu:
“Avrupalı ziraat memleketleri en nihayet köylerdeki ilk tahsili zirai bir esas üzerinden yürütmekte selamet çaresi bulmuşlardır. O memleketlerde Ziraat ve Maarif bakanlıkları bu işle elbirliği ederek köylü ziraatinin zirai esas üzerinde nasıl yürüyebileceğini beraber tesbit ve beraber takib etmeğe koyulmuşlar ve işte ancak bu usulde yavaş yavaş maddi eserleri görülen muvaffakiyetlere ermişlerdir.”
Ankara’nın gözlerden uzak Hasanoğlan mahallesinde, bugün bir açık hava müzesi görünümündeki Hasanoğlan Köy Enstitüsü de, çağdaş eğitimin yaşama geçirilmesinde önemli bir kilometre taşı olan, yetiştirdiği yurtsever ve başarılı isimlerle ülke geleceğinin şekillenmesine büyük katkılar sağlayan köy enstitülerinin 15’incisiydi.
Ankara’daki enstitünün nereye yapılacağını belirlemek için görevlendirilen Ankara Milli Eğitim Müdürü Rasim Arslan, ilköğretim müfettişleri Hayrullah Örs ve Ali Rıza Tümer, en uygun yer olarak Ankara’ya 34 kilometre uzaklıktaki Hasanoğlan köyünü saptadılar.
Hasanoğlan’ın seçiminde köyün Ankara-Kayseri demiryolu üzerinde oluşu çok önemli bir etkendi. Bölgenin hemen haritası yaptırıldı ve yerleşim için proje yarışması düzenlendi. Sunulan on dört projeden; yüksek mimar Kemal Ahmet Arun, Orhan Safa ile Ahmet Kuruyağız’ın ortak hazırladığı proje birinci oldu ve uygulamaya geçildi. Bozkırın ortasında bir kıvılcım daha ateşlenmişti…
Köy Enstitüsü’nde Shakespeare
Projede neler yoktu ki; iş atölyeleri, derslikler, yatakhaneler, spor alanları, fırın, ahır, kümes, bağ, sebze ve meyve bahçeleri ile geniş tahıl ekim alanları… Daha mı? Bugün bile Ankara’da görmeye alışık olmadığımız açık hava tiyatrosu, müzik derslikleri… Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, 1 Şubat 1954’te Cumhuriyet’te yayımlanan “Köy Enstitüleri’ne selam” başlıklı yazısındaki şu cümleleri, bu saydıklarımızın bir bir yaşama geçtiğini anlatıyordu:
“Bir gün Ankara’nın yanıbaşındaki Hasanoğlan Köy Enstitüsüne gitmiştik. Burada gördüklerimin yalnız birkaç sahnesini size anlatacağım. Okulun koca baş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde bir kitab vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarının nasıl kavradıklarını da ertesi günü oynadıkları piyeste gördük.”
Öğrenciler gece gündüz ter döktü
O yıllarda Balkanlar’daki savaş tehlikesi nedeniyle, Edirne Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün Anadolu’ya taşınması planlanıyordu. Ancak Anadolu’da buradan gelecek öğrenciler için hazır bina yoktu. Bu nedenle Hasanoğlan’da çalışmalar hızlandı.
Okula ilk gelen bu Kepirtepeli 266 öğrenci, köyde kurulan çadırlarda ve köy camisinde barındılar. Ardından Kayseri Pazarören, Kars Cilavuz ve Samsun Ladik Köy Enstitüleri’nden öğrenciler de yardıma geldi. Enstitü için ilk kazma 10 Temmuz 1941’de vuruldu. Kısa zamanda yüze yakın yapı inşa edildi.
Yabancılar da hayrandı
Hasanoğlan Köy Enstitüsü, kısa zamanda ülkenin parlayan bir yıldızı haline geldi. Öyle ki, yabancılar bile Ankara’ya geldiklerinde burayı ziyaret ediyor ve şaşkınlık içerisinde kalıyorlardı. 1945 sonbaharında Ankara’ya gelen Amerikan kongre üyelerine gezdirilen yerlerden birisi de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ydü. Kongre üyelerinden Karl Mundt, bu minik beldede gördüklerini şöyle anlatıyordu:
“Gezdiğimiz Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü çok beğendik, siz de bizim gibi muayyen bir sınıf halkı kalkındırmağa çalışıyorsunuz.”
Bundan 4 yıl sonra enstitüyü gezen UNESCO Başkan Yardımcısı ise şaşkınlığını “Bilhassa, bir şahsın köyden alınıp yetiştirildikten sonra tekrar köyüne işbaşına gönderilmesini UNESCO’nun gayelerine tamamen uygun buldum” diye özetliyordu.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişi Köy Enstitüleri için de tıpkı Halkevleri gibi sonun başlangıcı oldu. Bu tarihten sonra Hasanoğlan Mezunları Derneği’nin verilerine göre, Ankara-Kayseri tren yolunun alt tarafında kalan sebze bahçesi, Milli Eğitim Bakanlığı Ders Aletleri Yapım Merkezi’ne, tahıl ekim alanları Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Akademisi’ne verildi.
Okul alanın doğusu bir şerit halinde, 1500 metre uzunluğundaki alan, belediyeye park düzenlemesi için, ilk uygulama okulu binası, jandarma karakoluna, revir (hastane) binası Kız Meslek Lisesi’ne, ilk çocuk yuvası ve oyun alanı, belediye çocuk bahçesine, Kız Meslek Lisesi’nin devamı olan çam ağaçları arasındaki bir bölüm, Atatürk Anıtı ve Hasan Ali Yücel Parkı yeri olarak belediyeye devredildi. Bağ evi ve meyve uygulama alanlarının Çevre ve Orman Bakanlığı birimlerine aktarıldı.
Son söz Ekmekçi’den…
İşte dünyaya örnek olan, parmak ısırtan bir projeydi Köy Enstitüleri… Enstitülerde emeği geçenleri ve mezunlarını saygıyla selamladıktan sonra, son sözü Cumhuriyet aydını Mustafa Ekmekçi’ye bırakalım, Ekmekçi’nin 2 Mart 1959’da kaleme aldığı “Öksüz Yamalığı” başlıklı yazısına:
“Anadolu’da lapa lapa yağan kara ‘öksüz yamalığı’ derler. Bu, üşütücü karın büyüklüğünü olduğu kadar, evinde odunu, tezeği olmayanların acınacak durumunu da anlatır. On bin köyün okulsuzluğu, buna karşılık Köy Enstitüleri’nin, Halkevleri’nin kapatılmış olması, ışık bekleyen kafalara, ‘öksüz yamalığı’ büyüklüğünde karanlığın yağdığını, toplumumuzu dönülmez bir ortaçağ anlayışına hızla sürüklemekte olduğunu gün gibi apaçık göstermektedir.”