CEZASI BOL YIL
Yakı n yerden gelenler, çoğ u kez hafta sonu izini isterlerdi.
Kimi kez de izin almadan giderler, pazar yoklamas ı na
(bayrak indirme töreni) yeti şirlerdi.
Arada Kastamonu'ya kaçanlar da olurdu. Ben de bir
cumartesi günü kimi arkada şlarımla Ka'stamonu'ya izinsiz
gitmi ştim. 2. sı nı ftayd ı k Yı l 1948. Tiyatroya gitmi ştik.
Fizik-kimya öğretmeni Muzaffer Bey, bizi tiyatroda gördü
ve okulda yoklama yap ı ldığı nı söyleyerek, okula dönmemiz
uyarı sı nda bulundu.
SON KÖY ENST İ TÜLÜ 53
Birkaç arkada ş ç ı ktı k, bir taksi tuttuk. Taksi yolda bozuldu.
yaya olarak okula ula ş t ı k. Yatakhaneye girince. Emin
Güner yoklama yap ı yordu. Nereden geldiğimizi sorunca do ğ-
ruyu söyledik. Yoklan ı ada bulunmayanlara (tiyatroda kalanlar)
birer ay okuldan uzakla ş t ı rı lma yaptı rı mı uygulandı (*).
Biz kurtulduk.
Bir gün de at ko ş ulu seyretmeye gittik. Kastamonuidan
Gölköy'e yaya dönerken, e_nstitünün otobüsü arkarn ı zdan geldi
ve geçti gitti.
Okula vard ığı mı zda Melâhat A şkı n bizi çağırdı (otobüsten
doğru tan ı mış ). İ brahim Bozk ı r, Lütfı Sağlar ve ben gittik
kantine, vurduk kap ı y ı . Melâhat Aşkı n çı ktı , "neredeydiniz?"
diye sordu. Doğruyu söyledik. "Neden gittiniz? Kimden
izin ald ı nı z?" diyerek, bize iki şer tokat vurdu. Ba şkaca
yaptı rıııı uygulanmadı .
. Fakat her nedense o sene çok say ı da öğrenciye belge
vermek zorunda kalm ış t ı k. San ı yorum ki, 50'den fazla çocu ğun
iliş iği kesiliyordu. Bu durum bizler için ö ğünülecek bir şey de
ğildi. Ne yaz ı k ki, bütün bir k ış öğretim kadrosu ahenksiz günler
geçirmiş ti.
İ Safa Güner, Köy Enstitüleri Hat ı ralar ı ,
Kendi Yay ı n ı , 1963, sayfa 127.128
O yı l türlü nedenlerle birçok ö ğrenci tümüyle okuldan
uzaklaş tı rı ldı . İ ki gözü, iki çe şme bir k ı z arkada şı n ağlaması nı
an ı msı yorum. İ ki y ı l sı nı fta kalmış tı . Yer gösterdik, oturdu.
Hem ağl ı yor, hem anlat ı yordu:
"- Ben şimdi köyüme, annemin-babamm yan ı na ne yüzle
gideceğim? Köyhilerimiz -neler söylemez, neler uydurmazlar
benim için? Gidecek ba şka yerim olsa, kesinlikle köyüme
gitmem!"
*) Arif Remzi Yalç ı n' ı n bu yapt ı r ı m üzerine an ı sı :
Müdür Yard ı mc ı sı Hasan Keskin, bu cezan ı n verilmemesi için çok uğra ş -
mış ; öğrencilerin yan ı nda yer alm ış t ı r. Bana Karabük'te anlatt ı : "Bu
çocuklar tiyatroya gitmi ş ler. Bunlar suçlu. Cezalar ı n ı da verdik. Ama
bu olaya neden olan nöbetçi ö ğretmenlerdir. Bu ö ğretmenlere de disiplin
cezas ı verilmesi gerekir." Müdür bu öneriyi benimse ınez. Hasan
Keskin yaz ı l ı olarak ba ş v ıı rur, yine önenı senmez. Sonra Bakanl ığ a yazar.
Denetmenler gelir, soru ş tururlar. Hasan Keskin şöyle aç ı klar sonucu:
"Onlara disiplin cezas ı verilmedi ama, benim sürgünüm ç
*
CUMARTESI EĞLENCELERI Cumartesi ak şamları her sı nı f kendi aras ı nda eğlence düzenlerdi. S ı nı f öğretmenleri de kat ı l ı rd ı bu eğlencelere. Bizim sı nı fı n eğlenceleri çok ilgi toplar, ço ğu kez s ı n ı f ağzı na dek dolard ı . Burhan Ta ş çı saz çalard ı . Salih Yağ cı Karagöz-kukla oynat ı rd ı . Kadir Yılmaz (emekliyken öldü) türkü söylerdi. Köy enstittilerinde yaln ı z ö ğrenciler e ğ itihnedi, bu anlay ış la hep birlikte çal ış arak biz de e ğ itildik. Eğitilme, etkilenme, yö- netim ortakt ı . M. Rauf İ nan Yeni Toplum (Köy Enstitüleri Özel Say ı sı ), Nisan 1976, sayfa 79 50 SON KÖY ENSTİ TOLO Eğlenceleri ben düzenler, geceyi "Ho ş Geldiniz" şiirinı le açard ı nı : "Ho ş geldiniz komşular, onur verdiniz bize Ho ş geldiniz komşular, cürnleten ho ş geldiniz. İşte perdeyi açt ı k, bir denı et sunduk size Ho ş geldiniz komşular, cümleten ho ş geldiniz. Sizin için çalış t ı k, sizi güldürmek için Zaman öldürmek değil, ibret ald ı rmak için. Milli gururumuzu şaha kald ı rmak için Ho ş geldiniz komş ular, cümleten ho ş geldiniz. Eğlenilsin, çalı nsı n, unutulsun kaygular Gönüllerimiz birdir, beraberdir duygular. Saygı yla selanı ları z ho ş geldiniz komş ular Hoş geldiniz komşular, cümleten ho ş geldiniz." Hayati Tahsin Yı lmaz ve 1.ütfi Sa ğlar (ayakta soldan saka) 3-B s ı n ı fındayken (1949) kimi arkada ş lar ımı z arası nda. 51 EDA İ LE SEDA (-..) (Oyun, 1 Perde) Eda- Hoş bulduk, sefalar bulduk Sedac ığı m. Sana davetiye getirdim, dü ğün davetiyesi. Seda- (Elini uzatarak) Bak, i ş te buna çok sevindim (tokala- şırlar). Gerçekten gidecek miyiz? Eda- Gidece ğiz elbet! Herkesi "Allah' ı n kulu" da. kendini "keçi k ı l ı " mı sandı n? Seda- Hemen yola ç ı kal ı m. Eda- Ulan bu vaziyette mi? (Duvardan boyunba ğı n ı al ı r) Ben boyunba ğı mı takaca ğım. Seda- Ben de takaca.ğım! (Takarlar) Eda- Ben cekedimi giyece ğim! Seda- Ben durur muyum? Ben de giyece ğim (giyerler ). Eda- (Cebinden ç ı kardığı mendili, öteki cebine koyarken ) Benim mendilim de var! Seda- (Mendilini göstererek) Benim de var! Eda- ( Şapkası nı eline alı r) Benim şapkam var! Seda- Benim de var! (Giyerler) (Eda aynan ı n karşı sı na geçip, kendine çeki-düzen verir. Seda da.) Eda- (Elini cebine atarak) Benim kremim var (krem kutusunu gösterir). Ben yüzüme krem sürece ğim! Seda- (Elini cebine atarak) Benim de... (Cebinde krem yoktur. Telaşla sa ğa sola bakı nır, yerde gördü ğü, içi "kara" dolu kutuyu Eda görmeden kapar) Benim de var, ben de yüzüme krem sürece ğim! (Eda aynaya bakmadan yüzüne krem sürmeye ba ş lar. Seda da Eda'y ı izler. Arada "ben şurama sürüyorum!", "ben buruna sürüyorum!" diyerek, Seda'n ın yüzünün kapkara olmas ı n ı Sa ğlar) Eda- (Cebinden bir ayna ç ı kararak) Ben aynaya bakaca ğı m! Seda- (Aynası nı ç ı kararak) Ben de bakaca ğım! Eda- (Aynaya bakarak) Parlam ışı m be! Seda- (Aynaya bakmadan) Parlam ışım be! Eda- Hani, neren parlamış ! Sen aynaya bakmad ı n ki! Seda- Kim demiş bakmadı n diye? İş te yine bak ı yorum! (Bakı nca, aynayı elinden atar) Yahu, aynada gördü ğüm ben miydim, yoksa bir Arap mı ydı ? Eda- Elbette sendin! (Seyircileri göstererek) Baksana bu millet deminden beri bana gülmüyor ya, ho ş ! (...) Hayati Tahsin Yılmaz'ı n yazdığı ve 4 ve 5-B s ı nı fları nda Lütfi Sağlarla oynadığı bir oyundan bir bölüm (yayı mlanmad ı ). 52 SON KÖY ENSTİ TÜLÜ Yazdığı nı küçük oyunlar ı Lütfi Sağlar'la oynard ı k. Lütfi Sa ğlar hiç gülmeden dakikalarca durabilir: çok ilgi toplard ı . Kar şı l ı klı şiirler de okurduk Liitfi Sa ğlar'la. Benim, "Oburluk Yarışması " gibi güldürücü şiirlerim de vard ı . Öğretmenlerin taklitlerini yapard ık. Kimi öğretmenler durumu öğrenir, kendilerini izlemek isterlerdi. Yı lda bir kez okulca temsil verilirdi. Köy enstitülerinin amac ı , köylünün çocu ğunu, köylünün iş ünitelerine göre, ça ğı n teknik, bilgi ve becerisiyle yeti ş tirip köylere yollamakt ı . Bunda da baş arı ya erdi. Köylünün uyanması Türkiye'nin uyanmas ı demekti. Köylünün ekonomik gücünün geli ş tirilmesi Türkiye'nin kalk ı nması demekti. Köy insan ı nı n dünyan ı n kaç bucak oldu ğundan, dönen dolapları n, çevrilen di ş lilerin kimler için döndü ğünden habersiz olmas ı ise Türkiye için büyük bir kayı ptı . Köylü ekonomik ve sosyal yönleriyle kalkı ndı rı lmadığı müddetçe kent sanayi ürünlerinin al ı cı sı da olamazd ı . Yaln ı z şunu aç ı kça söyleyelim ki, köy enstitüleri i ş eğitimi ilkesiyle yeti ş tirdi ğ i öğ retmenlerle kurdu ğu düzeni dünya e ğitim tarihine yazd ı rdı . Bu utku, ba ş ta Cumhurba ş kanı İsmet İ nönü, Milli Eğ itim Bakan ı Hasan Ali Yücel, İ lköğretim Genel Müdürü İsmail Hakk ı Tonguç, köy enstitülerinin fedakar e ğitim kadrosu ve bu kadro ile y ı lmadan çal ış an köylü çocukları n ı ndı r. Brkir Sernerci. Türkiye'de herici At ı l ı mlar ve Köy Enstitüleri, Kendi Yay ı n ı , 1989, sayfa 288/289
*
BAHÇE KÜLTÜRLERI İ STASYONU Biti şiğirnizdeki Bahçe Kültürleri istasyonu (Ziraat-Fidanlı k) ile sağl ı klı bir ilişkimiz yoktu. Onlar bize "ters" bakard ı diyebiliriz. Aramı zda duvar vard ı . geçmek yasakt ı . Birkaç kez hafta sonlar ı nda Bahçe Kültürleri yolunda yürüdüğümü an ı msı yorum. Dümdüz bir yoldu. Daday Çay ı . ı . S ı n ı f öğretmeni ve tabiat bilgisi oğret- üzerinde köprü vard menimiz Melffluı t Şeny ı ld ı z, bizi bir kez oraya gezmeye gö- türmüştü. Bir kez de Daday • Çay ı üzerindeki bir un de ğirmenine gittik. Topçu'nun Fabrikas ı mı neydi ad ı . Bugünkü Kastamonu-inebolu yolunun geçtiği yere yak ı nd ı '. ... içeriden gözlüklü, uzunca boylu, k ı ravatl ı , , üstü ba şı tenı izcc giyimli bir ki ş i ç ı kt ı . "Vakit tamam, daha fazla bekleyemeyiz. S ı nava ba ş layal ı m. Gelmesini istedi ğ in çocu ğ un talihi yokmu ş , yeti şemedi, ne yapal ı m" dedi. Okul müdürü bir gözlüklü ki ş iye, bir de bana bakt ı . "I ş te müfetti ş bey, bekledi ğimiz çocuk bu. Ş imdi geldi" diyerek • beni gösterdi. Müfetti ş bir ad ı nı geriye çekildi. Saç ı ma, ba şı ma, giysilerime uzun uzun bakt ı . Birş eyler söylemek için a ğ zini açt ı , yutkondu, konu şamad ı . Gözleri, bileklerin ı deki yedi ş er düğümlü pamuk ipliklerine, bir de boynumdaki muskaya tak ı lm ış t ı . Kendi kendine söyleniyornııış gibi müdüre sordu: "Az önce notlar ı m gördüğ ümüz çocuk bu mu? dedi. Müdür "evet efendim" diye yan ı tlad ı ... Abdullah ozkueur, 1- lasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Selvi Yay ı nları , 1990, sayfa 59.60 76 SON KÖY ENSTİ TCLO INÖNÜ'NÜN FOTOĞRAF, INDIRILIYOR 1950'nin 14 May ı sı izleyen günlerinde (kimbilir, bir ay kadar sonra), İ smet Inönü'nün foto ğrafı sı n ı fta]] indirildi: Dersteydik. Kap ı vurularak aç ı ld ı . Müdür yard ı mcı lar ı ndan biri, öğretmeni d ışarı çağırd ı . Dışarda bir şeyler konu ş-. tuktan sonra içeri girdiler. Yanlar ı nda bir ki şi daha vard ı . 1nö- nü'nün foto ğrafı n ı indirdiler, al ı p gittiler. Nedenini aç ı klamad ı lar. 'Ba ş arı n ı n tad ı n ı tatmam ış her çocuk bir zavall ı dı r' diyor Makeranko. Kdv Enstitüleri, bizleri ba ş ar ı n ı n tad ı na doyurmu ş - tu. Bunu, ilk kez insan oldu ğ umuzu ammsatarak yapt ı . İ nsan oldu ğumuzu, ilk kez giydi ğ imiz ayakkab ı , iç çama şı rı gibi yad ı rgad ı k. Doğrusu. insan oldu ğumuzu kabullenmek oldukça güç oldu. Ama tad ı n ı ald ı ktan sonra da pe ş ini b ı rakmad ı k. ölümüne sar ı ld ı k insanlığı nnza, insanl ığ a! Breh breh, ne zormu ş insan olmak! Ne tathym ış insan olmak. Hasan Kı yafet Ktiruluunun 50. Y ı l ı nda Köy Enstitüleri, Eğ it-Der Yay ı nları , 1990, sayfa 198 17 N İ SANLAR 1950'den sonra alanlarda kutlayamad ı k 17 Nisan'. Yalnı zca, "okulca ve derslere zarar vermeden" kutlayabilmemiz öngörülmüş . • Daha önce de de ğindiğimiz gibi, okula girdiğimizde, köy enstitüleri kurucular ı Ismail Hakk ı Tonguç ve Hasan Ali Yücel görevlerinden almm ış lard ı . -O yüzden. kuruculardan söz edemezdi konu şmacı lar. Okul zaman ı ndaki şiir defterime bak ı yorum, 17 Nisan üzerine yazd ı kları nı kuru ve duygusal kalm ış : Değeri çok bugünün. Bayramı enstitünün. Bir e şidir düğünün„ Enstitümüz kuruldu. Ama hazı rlanı r, kimbilir bilinçsizce ama co şkuyla kutlardı k köy enstitülerinin kurulu ş y ı ldönürnlerini. SON KÖY ENST İ TÜLÜ 77 Ismail Safa Güner, Kastamonu Şehir Kulübünde otururken, yandaki masadakilerden "esmer tenli, ince yüzlü, keskin çizgili, kara ka şl ı , geniş çe ağı zl ı , sempatik bir ki ş i"nin, Gölköy'de kutlanan son 17 Nisan' (1950) şöyle anlatt ığı n ı yazar (Köy Enstitüleri Hat ı ralar ı , 1963, sayfa 145-1461: "Azizim, hayatı mda unutamayaca ğım bir gündü o gün: Yüzlerce öğrenci bir Sepetçio ğlu oynuyor, ne olur sanki biri bir falso yapsa. O k ı zları n masmavi spor formalar ı , raksları ndaki incelik, insan ı saygı ya zorluyor. Üç sesli bir şark ı y ı yüz: den fazla ağı z yağ gibi söylüyor. Tören alan ı na girerken. hoparlörde isimlerimizi dinliyoruz. Herkesin özelli ği dalga dalga dilleniyor. Ard ı ndan eıı fes bir şiir. Adamlar bizi büyü- lediler. Be ş yüz ki şiden fazlayd ı yemek verdikleri. Tek bir ki şi ıün çatals ı z, ya da susuz kald ığı nı görmedim. Ş urda dört ki şiye bir sofra kursak birbirimize gireriz. Bir gün, sabahtan ak şama kadar bı ktı r' ınayan, bezdirmeyen bir program, saat gibi derler ya, evet saat gibi i şledi. Çocukları n herbiri, insanı n gözünden, ne istediğini anlı - yor. Alanda binden fazla köylü de vard ı . Ağı zları aç ı k, dillerinde dua, 'Allah nazardan saklas ı n, Allah anası na babas ı na bağış lası n' sesleri ak şama dek sürdü. Bine yak ı n öğrenci beden hareketleri yapt ı . Hepsi bir kalı ptan ç ı kmış atlet. Sonra bir sergi gördüm o gün. Resim, yaz ı , demir, a ğaç i şleri, diki ş nakış . Sade oras ı alı yor insan ı n iki saatini. Sergide bir oda okul araçlar ı na ayrı lmış . Bugün onlar ı paraya vur, elli biniıı içinde. Meğer, mezun olup gidecekler, onlar ı kendileri yapmış . Gereçlerini okul vermi ş , onlar da yapmış lar. Pergeli. iletkisi, metresi... Çe şit çe şit. Bir manzara daha var ki,,gözümden hiç silinnlez: Tosyahymış , bir köylü k ı zı varmış orada. Büyük havuzun ba şı nda, yapışmış birinin ellerine, a ğlı yor. Öteki de a ğl ı yor. Kulak verdim, 'k ı zııııı n namusu burada her yakadan kavi, de ğil mi ki gözümle gördüm' diyordu köylü. Öteki çekti onu ba ğ rı na, 'ağlama ve ağlatma, bak şenliğimiz var!' diye yatış tı rmaya çalışı yordu. Ben de doluksudunı . Türkçesi a ğlad ı m. O zaman dedim ki: 'Hasan Ali Yücel'i şimdi bulsam, elini değil ayağın ı öperim.' Hiçbir hizmet şu okul kadar yüce olama
*
CUMARTESI EĞLENCELERI Cumartesi ak şamları her sı nı f kendi aras ı nda eğlence düzenlerdi. S ı nı f öğretmenleri de kat ı l ı rd ı bu eğlencelere. Bizim sı nı fı n eğlenceleri çok ilgi toplar, ço ğu kez s ı n ı f ağzı na dek dolard ı . Burhan Ta ş çı saz çalard ı . Salih Yağ cı Karagöz-kukla oynat ı rd ı . Kadir Yılmaz (emekliyken öldü) türkü söylerdi. Köy enstittilerinde yaln ı z ö ğrenciler e ğ itihnedi, bu anlay ış la hep birlikte çal ış arak biz de e ğ itildik. Eğitilme, etkilenme, yö- netim ortakt ı . M. Rauf İ nan Yeni Toplum (Köy Enstitüleri Özel Say ı sı ), Nisan 1976, sayfa 79 50 SON KÖY ENSTİ TOLO Eğlenceleri ben düzenler, geceyi "Ho ş Geldiniz" şiirinı le açard ı nı : "Ho ş geldiniz komşular, onur verdiniz bize Ho ş geldiniz komşular, cürnleten ho ş geldiniz. İşte perdeyi açt ı k, bir denı et sunduk size Ho ş geldiniz komşular, cümleten ho ş geldiniz. Sizin için çalış t ı k, sizi güldürmek için Zaman öldürmek değil, ibret ald ı rmak için. Milli gururumuzu şaha kald ı rmak için Ho ş geldiniz komş ular, cümleten ho ş geldiniz. Eğlenilsin, çalı nsı n, unutulsun kaygular Gönüllerimiz birdir, beraberdir duygular. Saygı yla selanı ları z ho ş geldiniz komş ular Hoş geldiniz komşular, cümleten ho ş geldiniz." Hayati Tahsin Yı lmaz ve 1.ütfi Sa ğlar (ayakta soldan saka) 3-B s ı n ı fındayken (1949) kimi arkada ş lar ımı z arası nda. 51 EDA İ LE SEDA (-..) (Oyun, 1 Perde) Eda- Hoş bulduk, sefalar bulduk Sedac ığı m. Sana davetiye getirdim, dü ğün davetiyesi. Seda- (Elini uzatarak) Bak, i ş te buna çok sevindim (tokala- şırlar). Gerçekten gidecek miyiz? Eda- Gidece ğiz elbet! Herkesi "Allah' ı n kulu" da. kendini "keçi k ı l ı " mı sandı n? Seda- Hemen yola ç ı kal ı m. Eda- Ulan bu vaziyette mi? (Duvardan boyunba ğı n ı al ı r) Ben boyunba ğı mı takaca ğım. Seda- Ben de takaca.ğım! (Takarlar) Eda- Ben cekedimi giyece ğim! Seda- Ben durur muyum? Ben de giyece ğim (giyerler ). Eda- (Cebinden ç ı kardığı mendili, öteki cebine koyarken ) Benim mendilim de var! Seda- (Mendilini göstererek) Benim de var! Eda- ( Şapkası nı eline alı r) Benim şapkam var! Seda- Benim de var! (Giyerler) (Eda aynan ı n karşı sı na geçip, kendine çeki-düzen verir. Seda da.) Eda- (Elini cebine atarak) Benim kremim var (krem kutusunu gösterir). Ben yüzüme krem sürece ğim! Seda- (Elini cebine atarak) Benim de... (Cebinde krem yoktur. Telaşla sa ğa sola bakı nır, yerde gördü ğü, içi "kara" dolu kutuyu Eda görmeden kapar) Benim de var, ben de yüzüme krem sürece ğim! (Eda aynaya bakmadan yüzüne krem sürmeye ba ş lar. Seda da Eda'y ı izler. Arada "ben şurama sürüyorum!", "ben buruna sürüyorum!" diyerek, Seda'n ın yüzünün kapkara olmas ı n ı Sa ğlar) Eda- (Cebinden bir ayna ç ı kararak) Ben aynaya bakaca ğı m! Seda- (Aynası nı ç ı kararak) Ben de bakaca ğım! Eda- (Aynaya bakarak) Parlam ışı m be! Seda- (Aynaya bakmadan) Parlam ışım be! Eda- Hani, neren parlamış ! Sen aynaya bakmad ı n ki! Seda- Kim demiş bakmadı n diye? İş te yine bak ı yorum! (Bakı nca, aynayı elinden atar) Yahu, aynada gördü ğüm ben miydim, yoksa bir Arap mı ydı ? Eda- Elbette sendin! (Seyircileri göstererek) Baksana bu millet deminden beri bana gülmüyor ya, ho ş ! (...) Hayati Tahsin Yılmaz'ı n yazdığı ve 4 ve 5-B s ı nı fları nda Lütfi Sağlarla oynadığı bir oyundan bir bölüm (yayı mlanmad ı ). 52 SON KÖY ENSTİ TÜLÜ Yazdığı nı küçük oyunlar ı Lütfi Sağlar'la oynard ı k. Lütfi Sa ğlar hiç gülmeden dakikalarca durabilir: çok ilgi toplard ı . Kar şı l ı klı şiirler de okurduk Liitfi Sa ğlar'la. Benim, "Oburluk Yarışması " gibi güldürücü şiirlerim de vard ı . Öğretmenlerin taklitlerini yapard ık. Kimi öğretmenler durumu öğrenir, kendilerini izlemek isterlerdi. Yı lda bir kez okulca temsil verilirdi. Köy enstitülerinin amac ı , köylünün çocu ğunu, köylünün iş ünitelerine göre, ça ğı n teknik, bilgi ve becerisiyle yeti ş tirip köylere yollamakt ı . Bunda da baş arı ya erdi. Köylünün uyanması Türkiye'nin uyanmas ı demekti. Köylünün ekonomik gücünün geli ş tirilmesi Türkiye'nin kalk ı nması demekti. Köy insan ı nı n dünyan ı n kaç bucak oldu ğundan, dönen dolapları n, çevrilen di ş lilerin kimler için döndü ğünden habersiz olmas ı ise Türkiye için büyük bir kayı ptı . Köylü ekonomik ve sosyal yönleriyle kalkı ndı rı lmadığı müddetçe kent sanayi ürünlerinin al ı cı sı da olamazd ı . Yaln ı z şunu aç ı kça söyleyelim ki, köy enstitüleri i ş eğitimi ilkesiyle yeti ş tirdi ğ i öğ retmenlerle kurdu ğu düzeni dünya e ğitim tarihine yazd ı rdı . Bu utku, ba ş ta Cumhurba ş kanı İsmet İ nönü, Milli Eğ itim Bakan ı Hasan Ali Yücel, İ lköğretim Genel Müdürü İsmail Hakk ı Tonguç, köy enstitülerinin fedakar e ğitim kadrosu ve bu kadro ile y ı lmadan çal ış an köylü çocukları n ı ndı r. Brkir Sernerci. Türkiye'de herici At ı l ı mlar ve Köy Enstitüleri, Kendi Yay ı n ı , 1989, sayfa 288/289
*
BAHÇE KÜLTÜRLERI İ STASYONU Biti şiğirnizdeki Bahçe Kültürleri istasyonu (Ziraat-Fidanlı k) ile sağl ı klı bir ilişkimiz yoktu. Onlar bize "ters" bakard ı diyebiliriz. Aramı zda duvar vard ı . geçmek yasakt ı . Birkaç kez hafta sonlar ı nda Bahçe Kültürleri yolunda yürüdüğümü an ı msı yorum. Dümdüz bir yoldu. Daday Çay ı . ı . S ı n ı f öğretmeni ve tabiat bilgisi oğret- üzerinde köprü vard menimiz Melffluı t Şeny ı ld ı z, bizi bir kez oraya gezmeye gö- türmüştü. Bir kez de Daday • Çay ı üzerindeki bir un de ğirmenine gittik. Topçu'nun Fabrikas ı mı neydi ad ı . Bugünkü Kastamonu-inebolu yolunun geçtiği yere yak ı nd ı '. ... içeriden gözlüklü, uzunca boylu, k ı ravatl ı , , üstü ba şı tenı izcc giyimli bir ki ş i ç ı kt ı . "Vakit tamam, daha fazla bekleyemeyiz. S ı nava ba ş layal ı m. Gelmesini istedi ğ in çocu ğ un talihi yokmu ş , yeti şemedi, ne yapal ı m" dedi. Okul müdürü bir gözlüklü ki ş iye, bir de bana bakt ı . "I ş te müfetti ş bey, bekledi ğimiz çocuk bu. Ş imdi geldi" diyerek • beni gösterdi. Müfetti ş bir ad ı nı geriye çekildi. Saç ı ma, ba şı ma, giysilerime uzun uzun bakt ı . Birş eyler söylemek için a ğ zini açt ı , yutkondu, konu şamad ı . Gözleri, bileklerin ı deki yedi ş er düğümlü pamuk ipliklerine, bir de boynumdaki muskaya tak ı lm ış t ı . Kendi kendine söyleniyornııış gibi müdüre sordu: "Az önce notlar ı m gördüğ ümüz çocuk bu mu? dedi. Müdür "evet efendim" diye yan ı tlad ı ... Abdullah ozkueur, 1- lasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Selvi Yay ı nları , 1990, sayfa 59.60 76 SON KÖY ENSTİ TCLO INÖNÜ'NÜN FOTOĞRAF, INDIRILIYOR 1950'nin 14 May ı sı izleyen günlerinde (kimbilir, bir ay kadar sonra), İ smet Inönü'nün foto ğrafı sı n ı fta]] indirildi: Dersteydik. Kap ı vurularak aç ı ld ı . Müdür yard ı mcı lar ı ndan biri, öğretmeni d ışarı çağırd ı . Dışarda bir şeyler konu ş-. tuktan sonra içeri girdiler. Yanlar ı nda bir ki şi daha vard ı . 1nö- nü'nün foto ğrafı n ı indirdiler, al ı p gittiler. Nedenini aç ı klamad ı lar. 'Ba ş arı n ı n tad ı n ı tatmam ış her çocuk bir zavall ı dı r' diyor Makeranko. Kdv Enstitüleri, bizleri ba ş ar ı n ı n tad ı na doyurmu ş - tu. Bunu, ilk kez insan oldu ğ umuzu ammsatarak yapt ı . İ nsan oldu ğumuzu, ilk kez giydi ğ imiz ayakkab ı , iç çama şı rı gibi yad ı rgad ı k. Doğrusu. insan oldu ğumuzu kabullenmek oldukça güç oldu. Ama tad ı n ı ald ı ktan sonra da pe ş ini b ı rakmad ı k. ölümüne sar ı ld ı k insanlığı nnza, insanl ığ a! Breh breh, ne zormu ş insan olmak! Ne tathym ış insan olmak. Hasan Kı yafet Ktiruluunun 50. Y ı l ı nda Köy Enstitüleri, Eğ it-Der Yay ı nları , 1990, sayfa 198 17 N İ SANLAR 1950'den sonra alanlarda kutlayamad ı k 17 Nisan'. Yalnı zca, "okulca ve derslere zarar vermeden" kutlayabilmemiz öngörülmüş . • Daha önce de de ğindiğimiz gibi, okula girdiğimizde, köy enstitüleri kurucular ı Ismail Hakk ı Tonguç ve Hasan Ali Yücel görevlerinden almm ış lard ı . -O yüzden. kuruculardan söz edemezdi konu şmacı lar. Okul zaman ı ndaki şiir defterime bak ı yorum, 17 Nisan üzerine yazd ı kları nı kuru ve duygusal kalm ış : Değeri çok bugünün. Bayramı enstitünün. Bir e şidir düğünün„ Enstitümüz kuruldu. Ama hazı rlanı r, kimbilir bilinçsizce ama co şkuyla kutlardı k köy enstitülerinin kurulu ş y ı ldönürnlerini. SON KÖY ENST İ TÜLÜ 77 Ismail Safa Güner, Kastamonu Şehir Kulübünde otururken, yandaki masadakilerden "esmer tenli, ince yüzlü, keskin çizgili, kara ka şl ı , geniş çe ağı zl ı , sempatik bir ki ş i"nin, Gölköy'de kutlanan son 17 Nisan' (1950) şöyle anlatt ığı n ı yazar (Köy Enstitüleri Hat ı ralar ı , 1963, sayfa 145-1461: "Azizim, hayatı mda unutamayaca ğım bir gündü o gün: Yüzlerce öğrenci bir Sepetçio ğlu oynuyor, ne olur sanki biri bir falso yapsa. O k ı zları n masmavi spor formalar ı , raksları ndaki incelik, insan ı saygı ya zorluyor. Üç sesli bir şark ı y ı yüz: den fazla ağı z yağ gibi söylüyor. Tören alan ı na girerken. hoparlörde isimlerimizi dinliyoruz. Herkesin özelli ği dalga dalga dilleniyor. Ard ı ndan eıı fes bir şiir. Adamlar bizi büyü- lediler. Be ş yüz ki şiden fazlayd ı yemek verdikleri. Tek bir ki şi ıün çatals ı z, ya da susuz kald ığı nı görmedim. Ş urda dört ki şiye bir sofra kursak birbirimize gireriz. Bir gün, sabahtan ak şama kadar bı ktı r' ınayan, bezdirmeyen bir program, saat gibi derler ya, evet saat gibi i şledi. Çocukları n herbiri, insanı n gözünden, ne istediğini anlı - yor. Alanda binden fazla köylü de vard ı . Ağı zları aç ı k, dillerinde dua, 'Allah nazardan saklas ı n, Allah anası na babas ı na bağış lası n' sesleri ak şama dek sürdü. Bine yak ı n öğrenci beden hareketleri yapt ı . Hepsi bir kalı ptan ç ı kmış atlet. Sonra bir sergi gördüm o gün. Resim, yaz ı , demir, a ğaç i şleri, diki ş nakış . Sade oras ı alı yor insan ı n iki saatini. Sergide bir oda okul araçlar ı na ayrı lmış . Bugün onlar ı paraya vur, elli biniıı içinde. Meğer, mezun olup gidecekler, onlar ı kendileri yapmış . Gereçlerini okul vermi ş , onlar da yapmış lar. Pergeli. iletkisi, metresi... Çe şit çe şit. Bir manzara daha var ki,,gözümden hiç silinnlez: Tosyahymış , bir köylü k ı zı varmış orada. Büyük havuzun ba şı nda, yapışmış birinin ellerine, a ğlı yor. Öteki de a ğl ı yor. Kulak verdim, 'k ı zııııı n namusu burada her yakadan kavi, de ğil mi ki gözümle gördüm' diyordu köylü. Öteki çekti onu ba ğ rı na, 'ağlama ve ağlatma, bak şenliğimiz var!' diye yatış tı rmaya çalışı yordu. Ben de doluksudunı . Türkçesi a ğlad ı m. O zaman dedim ki: 'Hasan Ali Yücel'i şimdi bulsam, elini değil ayağın ı öperim.' Hiçbir hizmet şu okul kadar yüce olama