17 NİSAN...

1940’lı yılların başında nüfusunun yüzde 90’ına yakını köylerde yaşayan Türkiye’nin 50 bin köyü için sadece 17 bin öğretmen vardı.17-nisan--ve-koy-enstituleri-

Kentleşmenin henüz çok yavaş seyrettiği o devirde bu durum, eğitim alanında devasa bir kara delik oluşturmaktaydı.
Atatürk’ün Saffet Arıkan’a açtığı Köy Enstitüleri fikrini uygulamaya koyan İsmail Hakkı Tonguç, ilk eğitmenlerini Kayseri’de askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapan gençler arasından seçti.
1944’te eğitmenlerin sayısı tam 7 bini bulmuştu. Köy Enstitüleri girişimi 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı Kanun’la düzenlendi.
Cumhurbaşkanı İnönü, 2 Mayıs 1942’de Samsun’da;


Bu teşkilata büyük ümitlerle bağlıyız. Yapıcı, çare bulucu ve çalışkan bir ruh bu enstitülerin hayatına hâkim olmuştur. Öğretmenler ve enstitü müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere dayandırmak için aşk ile çalışıyorlar. İktidarlı, fedakâr ve vatansever köy öğretmenleri yetiştirmek, enstitülerin mukaddes vazifesi olmuştur. Onlara düşen bu vazife, her vatansever için heves edilecek, imrenilecek bir vazifedir,” diyerek girişimi nasıl benimsediğini göstermişti.
Ne var ki Köy Enstitüleri, kendi hataları yanında dıştan gelen baskılarla da zamanla yıprandı. Recep Peker’in 5 Ağustos 1946’da, “Enstitüleri daha milli hale getireceğiz,” sözünü hükümet programına alması da sonun başlangıcı oldu.
Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. İsmet İnönü, 1966 yılında, geride bıraktığı hayatı boyunca hatırlanacak en önemli eserlerinin Köy Enstitüleri ve çok partili hayata geçiş olduğunu söyleyecekti.
Köy Enstitüleri
Köy Enstitüleri İlkokullara öğretmen yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Kanun ile açılmış okullardır.
1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye'nin her yanında ilkokullara öğretmen yetiştirmek üzere açılmış okullardır. 1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu "iş için iş içinde eğitim" ilkesinden uzaklaştırıldı. Komünizmin aşılandığı görüşü yaygınlaştı.
Önceleri yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954'te kapatıldılar.
Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği gözönüne alınarak, dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Köy Enstitüleri'nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad'ın çalışmaları da unutulmamalıdır. Kanad, "köye göre öğretmen" fikrini savunmuştur.


Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.
Köy Enstitüsü aydınlanması
*Bize özgü, Türk insanının, eğitimcilerinin yaratıcılığının bir ürünüdür.yetiştirdiği öğretmen niteliği hala aşılamamıştır.
*Bu kurumlar, Anadolu insanın bağnazlıktan kurtarıldığında nasıl yaratıcı ve üretici yurttaşlar olabileceğinin kanıtıdır.
*Köy enstitülerinde iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim anlayışı egemendi.bu anlayış doğaya duyarlı, insana duyarlı, yaşamla bütünleşen, ders kitaplarını ezberleyen anlayıştan uzak, yaşamın içinden kaynaklanan bir eğitim anlayışının tanımıdır.
*Köy enstitülerinde verilen eğitim sonunda yaşamı değiştiren, dönüştüren ,bunu yaparken de kendisi de değişen, insanca değerlerle bezenen, insanca bir dünya yaratmaya kurgulayan yurttaşlar yetiştirmeyi amaçlamıştır ve bunu da başarmıştır.
*Köy enstitüleri, Türk insanının eğitim yoluyla kulluktan yurttaşlığa geçiş arayışlarının önemli bir kilometre taşıdır.
*Köy enstitüleri, ilkel tarımdan modern üretime yönelme arayışlarının, çağdaş demokrasiye geçebilmek için özgür yurttaşlar yaratma projesinin adı, yüzyılların karanlığında kalan Anadolu köylüsüne insan olduğunun hatırlatılması, cumhuriyet yurttaşı yaratmanın projesiydi. Ortaçağı yaşayan Anadolu köylerinde uygarlık yaratmanın öyküsüydü.
*Tüm dünyada faşizm rüzgârlarının estiği 1940’lı yıllarda Anadolu topraklarında iyiyi, güzeli, insana özgü zenginlikleri ortaya çıkarmanın adıydı köy enstitüleri.
*Tüm eğitim süreçlerinde demokratik tartışma süreçlerinin yaşandığı, katılımcılığın yaşayarak yaşandığı, özümsendiği cumhuriyet okullarının adıydı köy enstitüleri.
*Köy enstitüsü eğitim modeli; yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştirme projesiydi.
*Köy enstitüleri dönemi aynı zamanda Anadolu aydınlanmasının yaşandığı bir dönemin adıdır. Klasiklerin Türkçeye çevrildiği, ansiklopedilerin yayınlandığı, konservatuarın kurulduğu, özerk üniversite için adımların atıldığı bir dönemin adıdır.
Kaynak: Süleyman Demirel Üniversitesi, Köy Enstitüleri Eğitim  Araştırma ve uygulama MerkeziSüleyman Demirel Üniversitesi
Köy Enstitüleri
Eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla 1936'ta Saffet Arıkan'ın Vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır. Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı'nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmektir.



İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Kırsal kesime yönelik bu eğitim uygulaması hiç şüphesiz daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratmış ve Köy Enstitüleri'ne geçişi kolaylaştırmıştır. Yücel, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmasında Enstitülerin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan farklılığını vurgular: "Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir."
"Enstitü kelimesini biz frenklerin telaffuz ettiği tarzda aldık ve buna alıştık. [...] Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde nazarî tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi amelî bir takım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük." Köy Enstitüleri Kanunu'yla ilgili tartışmalar sırasında Yücel, bu hareketin toplumda kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı iddialarını şiddetle reddeder. Karşıt görüşte olanlar, bundan başka, Köy Enstitüleri'nin gerek kuruluş ve gerekse öğretim yöntemini eleştirmişlerdir. Bu bağlamda ifade edilen kaygı ve düşünceler, köylülerin parasız çalıştırılarak acımasızca istismar edileceği, kız-erkek bir arada eğitim görmelerinin ahlak anlayışına aykırı olduğu, Köy Enstitüleri'nin keyfi olarak geliştirilmiş bir model olduğu ve sonuçta da "yarım münevver" yetişeceğidir.
Yoğun bir çaba göstererek bu projeyi gerçekleştirmeye çalışan Yücel ise, tutarlı bir eğitim uygulamasıyla Türkiye'deki öğretmen açığının 15 yıl gibi kısa bir zaman içersinde kapatılabileceğini vurgular. 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır.
"Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımı ile, öğretmen adayları, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazanmışlardır. Bunlar, işi bilen öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gerçekleşmiştir."
1942-43 öğretim yılında, Köy Enstitüleri'ne öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılır. Enstitülerin ilk resmî öğretim programı 1943 yılında yayımlanmıştır. Programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır.
Toplam beş yıl süren öğretim zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştır. Bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin 'yaparak öğrenme' ilkesi olduğu söylenebilir. "Gerek öğretimin eğitsel bir biçimde yapılmasında, okuldaki toplumsal ortamın yaratılmasında ve gerekse toprakların işlenip uygar bir eğitim kurumunun oluşmasında öğrenci - öğretmen ilişkilerinin bir aile yuvasındaki gibi içten oluşunun büyük rolü olmuştur."
Zamanla sayıları 21'i bulan Köy Enstitüleri 1944'ten itibaren yılda ortalama 2000 öğretmen mezun etmeye başlar. Köylere gönderilen öğretmenlere tarım araç ve gereçleri ile üretimde bulun-mak ve gelirinden yararlanmak üzere tarla ve irat hayvanları verilir. Öğretmenlerin ödevleri 1942 yılında çıkan 'Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu'nda belirlenmiş ve 'okul ve kurslarla ilgili işler' ve 'köy halkını yetiştirmekle ilgili işler' diye ikiye bölünmüştür. Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir. Enstitüler, geniş bir halk kütlesine ulaşan bir eğitim ve kalkınma etkinliği olması dolayısıyla ülkenin gelişmesinde en büyük katalizör olarak görülebilir.
Nitekim daha başlangıç noktasında kalan bu eğitim modelinin başarısı, 1946'ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasıdır. Mezunlar arasında Mehmet Başaran (doğ. 1926), Talip Apaydın (doğ. 1926), Fakir Baykurt (doğ. 1929) ve Mahmut Makal (doğ. 1933) gibi yazarlar da bulunmaktadır. Şiir, hikaye ve romanlarında köy sorunlarını işleyen bu yazarlar, sosyal, kültürel ve siyasal etkinlikler de göstererek köy insanının dünyası için bilinç yaratmışlardır.
"Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır."
Yücel'in başarısı, bu projeyi Büyük Millet Meclisi'ndeki şiddetli eleştirilere karşın gerçekleştirmiş olmasıdır. 1946'da bu girişim durdurulur ve sonraki yıllarda hiç karşı dayanışma olmaksızın ortadan kaldırılır. "Köy Enstitüleri 'bütün' ünün içinde İnönü'nün büyük ağırlığı olmuştur. İnönü'nün bu desteği savaş bitene, memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi kurulana kadar sürmüştür.
Çok partili döneme girilince İnönü artık eski gücünü bulamamış ve bu desteği enstitülere verememiştir. Köy Enstitüleri de, Türkiye'nin öteki reform girişimleri gibi yukarıdan geldiği, tabanda itici bir kuvvete dayanmadığı için, İnönü desteğinin ortadan kalkması enstitülerin oturduğu temellerden en önemlisinin yıkılması olmuştur." Bundan başka, kırsal kesim halkı böyle bir kuruluşun gerekliliğine yeterince hazırlanmamıştır. Böylece proje dinamizm geliştirememiş ve kendi kendisini yürüten bir sürece dönüşememiştir.
Kaynak: MEB
 Köy Enstitüleri Tarihi
Köy enstitülerinin gerek açılış koşulları, ana amacı, kapatılış koşulları ve sorunları; gerekse ana felsefesinin gelecek için eğitim vizyonu ve misyonu katkıları konusunda gerçekçi ve gerekirci düşünce yaklaşımları ile önemli noktalarının ortaya konulması yararlı ve gerekli görülmüştür. Çünkü bir ülkenin geçmişten bugüne, geleceğe yönelik isabetli uzun dönemli politikaları ve stratejik planları ile geleceğini kazanabileceği aksi halde kaybedeceği açıktır. Ülke olarak isabetli ve kararlı uzun dönemli politikalar ve stratejik planlar ile ülke geleceğinin kazanılması, yaratılması zorunlu görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyet'inin 1930 yıllarında toplam nüfusu 14-15 milyon, köy nüfusu 11-12 milyon dolayında idi. Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin ve nüfusunun yaklaşık % 80'i köye ve tarıma dayalı yaşamaktaydı.
O yıllarda Türkiye'nin köylerin büyük bir çoğunluğunda yol, su, elektrik, sağlık ocağı, okul yoktu. Köylerin büyük bir çoğunluğuna bilimin, demokrasinin ve cumhuriyetin temel ilkeleri ve değerleri tam girmemişti; köylülerin büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Diğer yandan 1900 yıllara doğru realizme ve pragmatizme dayalı idealizm bakış açısı yönünde Amerika'da J. DEWEY'in "iş eğitimi, üretici ve faydacı eğitim, demokratik eğitim," Avrupa'da O. DECROLY'in "hayat ile hayat içinde eğitim," görüşleri önem kazanarak yaygınlaşmıştı, yaygınlaşmaktaydı. Bu bağlamda cumhuriyet'in ilk yıllarında "yaşamda bir iş yapacak, üretici ve kişilikli insan, iyi bir yurttaş yetiştirme," görüşleri önem kazanarak kuvvetlenmişti; dolayısı ile ekonomik ve kültürel kalkınmanın tarımdan, köyden başlatılması zorunlu görülmekteydi.
Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir," veciz sözleri doğrultusunda 1930'lu yıllarda "köycülük, köylüyü kalkındırma projeleri" geliştirilmeye ve uygulanmaya başlandı. Köylerde tarım, hayvancılık, yapıcılık, demircilik işlerinin, sağlıklı konut ve yaşamın geliştirilmesi; köylünün cumhuriyetin ana amacı ve ilkeleri yönünde bilinçlendirilmesi, canlandırılması gerekmekteydi. Aynı yönde ayrıca daha etkin eğitim sistemi yaklaşımları, arayışları içinde eğitimde birlik çalışmaları sürdürülmekteydi.
Büyük Atatürk'e, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'a göre eğitim yaşamın kendisi olmalıydı; eğitim sistemi, sistem çalışması ve ülkü birliği içinde geliştirilmeliydi, işe ve üretime dayanmalıydı. İş eğitimi kişinin kendisini gerçekleştirmesini, toplumsal sorunların çözümünü sağlamalıydı. Dolayısı ile öğretmenler köyün belirtilen sorunlarını çözecek biçimde yetiştirilmeliydi; aynı yönde temel bilgili, ilkeli ve koşullara dayalı serbest fikirli olmalıydı; serbest fikirli cumhuriyet gençleri yetiştirmeliydi. Köy enstitüleri fikri İkinci Meşrutiyet ile daha somut olarak ileri sürülmüştür.
J. DEWEY ve diğer eğitimcileri de köy enstitüleri fikrini desteklemekteydi. Tarihi Süreci ve İncelme Bu yönde köy okullarında okuma yazma, matematik öğretimi için eğitici eleman yetiştirmek amacı ile 11.06.1937 Tarih ve 3238 tarih sayılı "Köy Eğitmenleri Yasası" çıkarılmıştır. Daha sonra 07.07.1939 Tarih ve 3704 sayılı "Köy Eğitmen Kursları ile Köy Öğretmen Okulları Yasası" çıkarılmıştır. Bu yasa çerçevesinde Eskişehir, İzmir, Kırklareli, Kastamonu, Samsun illerinde köy öğretmen okulları açılmıştır. Aynı yönde Köy öğretmeni yetiştirme çalışmaları hızlandırılmış ve 17-29 Temmuz 1939 Milli Eğitim Şurası'nda alınan karar doğrultusunda 17.04.1940 Tarih ve 3803 sayılı ile "Köy Enstitüleri Yasası" çıkarılmıştır. Köy Enstitüleri Yasası ile daha önce açılmış ve eğitim öğretim yapmakta olan köy öğretmen okullarını da köy enstitüleri statüsü altında toplanmış; köyde üretim ve kalkınma ön plana alınmıştır.
Köy Enstitülerinin çoğu ilk üç-dört yılda kuruldu; Türkiye genelinde sayısı zamanla 21'e çıkartıldı. Köy enstitüleri temel misyonunu iş, zanaat ve sanat deneyimli, yetenekli köy koşulları ile barışık köy öğretmenleri, teknik ve sağlık elemanları yetiştirmekti. Köyü kalkındırma çalışmalarını büyük bir coşku içinde temel, eğitim ve kültür bilgilerine önem vererek sağlamaktı.
Köy enstitüleri öğrencileri ilk yıllarda eğitim öğretim süreci içinde önce kendi okullarını, atölyelerini, iş yerlerini bizzat kendileri yapmışlardı.
Günlük gıda temini, yiyecek, içecek, temizlik temini işlerini kendileri yaparlardı. Aynı yönde çağdaş ve demokratik iş eğitimi, yaratıcı üretim ve verimlilik eğitimi görüşü ve yaklaşımları izlenirdi. Eğitim öğretim, uygulama ve iş süreçlerinde çevreye görelik, doğa uygunluk, kendi kendini yönetme, kendi kendine çalışma ilkeleri ve yöntemleri izlenmişti. Köy Enstitüleri bu doğrultuda eğitim öğretim çalışmalarını kalitelerini artırarak 14 yıl başarı ile devam ettirmiştir.
Bu dönemde 17 341 öğretmen, 8 675 eğitmen, 1 248 sağlık memuru olmak üzere toplam 27 264 eleman yetiştirmiştir.
Bu gelişim süreçlerinde diğer yandan 1950'li yıllarda ABD ve Avrupa ülkelerinde şehir nüfusu % 70'ı aşmışken Türkiye'nin nüfusu 21 milyona, şehir nüfusu ancak 5-6 milyona yaklaşmıştı. Yine İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyadaki yeni ekonomik oluşumlara, bloklaşmalara bağlı olarak Türkiye'de de öncelikler değişmeye; kişisel özgürlük, özel girişimcilik beklentileri de gelişmeye başladı.
Türkiye'de şehirleşme, sanayileşme, özel sektör politikaları gelişmeye, bu politikaların gerektirdiği sosyal yaşam ve yatırım öncelikleri; şehirlilik, seçkinlik, kalite ve moda kültürü önem kazanmaya, milli eğitim öncelikleri değişmeye başladı. Aynı yönde çağdaş yaşama, dini inanca ve bilime dayalı idealistlik ve seçkinlik önem kazanırken gerçekçilik, üretkenlik, verimlilik ve faydacılık biraz ihmal edilmeye başlandı.
Köy enstitülerinde de bu bağlamda temel ve teorik bilgilere, eğitim ve kültür bilgilerine önem veren bakış açıları gelişmekteydi. Öğretmen yetiştirme bakış açılarında beliren bu yeni yaklaşımlar doğrultusunda 5-14 Şubat 1953 Tarihli Beşinci Milli Eğitim Şurası'nın köy öğretmen okulları ile köy enstitülerini birleştirme kararları doğrultusunda 04.02.1954 Tarih ve 6234 sayılı "İlk Öğretmen Okulu Yasası" çıkarıldı. Köy enstitüleri belirli kesimlerin ileri sürdüğü biçimde gerçekten erken kapatılmıştı.
Kaynak: Dokuz Eylül Üniversitesi Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı Tonguç Araştırma ve uygulama Merkezi

İsmet İnönü ve Köy Enstitüleri
Kaynak:İnönü Vakfı
Yazan: Prof. Dr. Seçil Karal Akgün
İsmet İnönü Osmanlı İmparatorluğu'nun son çeyrek yüzyılı hakkında yazılanların hemen hepsinde bulunan, Türk Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda, Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için gerçekleştirilen devrim hareketlerinin her birinde Atatürk'ün hep yanında yer almış tek kimsedir.
Lozan'ı onun onurlu kararlılığından söz etmeden, cumhuriyetin duyurulmasını izleyen radikal değişimleri Atatürk'e verdiği desteğin altını çizmeden, Türk demokrasi tarihini, onun 1950 seçimlerinden sonra sessiz sedasız Çankaya'dan Pembe Köşk'e geçişine değinmeden anlatmak, olanaksızdır.
İkinci Dünya Savaşı kuşağı, Türkiye'yi bu savaşa sokmayarak milyonlarca Türk çocuğunun babasız kalmasını önleyen İnönü hakkında duygu dolu anılar taşır. Kuşkusuz o da, bu çocukların hepsi için bir baba kaygısı duymuş, onları kendi çocuğu bilmiş, her birini benimsemiştir. Babanın en önde gelen işlevleri arasında, çocuğunu yetiştirmek olduğu bilinciyle İsmet Paşa'nın kendi çocuklarından farklı tutmadığı tüm Türk çocuklarının, gençlerinin yetişmesi için eğitime verdiği önem, onun çok özel bir yönüdür. İsmet İnönü'nün bu yönü Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli eğitim aşamalarına yansımıştır. 
3 Mart 1924 tarihli Öğretim Birliği yasası, birkaç yıl sonra yeni harflere geçiş onun başbakanlığında gerçekleşmiş, yetişkinlere okuma-yazma öğretmeyi hedefleyen millet mektepleri, o başbakanken açılmıştır.
İsmet Paşa, cumhuriyet duyurulduğunda sadece 34,000 kadarını kız çocukların oluşturduğu toplam 341,941 ilkokul öğrencisinin sayılarının arttırılmasının, bir başka deyimle, ilk öğretimin yaygınlaştırılmasının en önde gelen savunucusu olmuştur. Böyle bir seferberlikle öğretmenlerin yakın bağlantısının bilinciyle, eğiticilerden desteğini hiç esirgememiştir.
Nitekim, 1928'de yeni harflerin kabulünden sonra Malatya'ya giderken Ankara Garında kendisini geçirmeye gelenlere, onca sıfatı varken "Bir öğretmen olarak yola çıkıyorum"(1) sözleriyle veda etmiştir. 13 Eylül günü bu kentte yaptığı konuşmada "Kuvvetli bir cemiyet her şeyden evvel efradının kamilen okuyup yazma bilmiş olmasıyla ilk canlı alameti gösterebilir" diyerek, ardından, 8 Kasım'da Meclis'teki konuşmasında yetişkinlere yeni harfleri öğretmek üzere açılan millet mekteplerine düşen göreve dikkat çekerek (2) hep okur-yazarlığın öneminin altını çizmiştir. 1929 yılının ilk günü Mustafa Necati Bey'in ani ölümüyle boşalan Milli Eğitim Bakanlığını, "Maarif işleri millet meselelerinin en önündedir" sözleriyle okur yazarlık sorununun üstesinden gelmede öğretmenlere düşen büyük sorumluluğu vurgulayarak üstlenmiştir. (3)
Kısacık ömründe ulusal kıvancımız olan birçok aydını yetiştiren Köy Enstitüleri de Cumhurbaşkanı İnönü'nün 28 Aralık 1938'de Milli Eğitim Bakanlığı'na getirdiği Hasan Ali Yücel'le birlikte ilk öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'a verdikleri destek ve güvence ile kurulmuştur.
1940'lı yıllarda hızla yaygınlaşarak ülkenin eğitimine olduğu kadar kalkınmasına da büyük hizmetler veren bu enstitülerin Türkiye'de ulusal eğitimin gelişmesine paralel, hatta kurtuluş savaşı günlerine uzanan ve her aşamasında İsmet Paşa tarafından desteklenen bir hazırlık dönemi olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde eğitim yoksunluğunun yadsınamayan rolünü görerek savaş sırasında bile eğitimin önemi ve gereği üzerinde duran Atatürk'le aynı duyarlılığı gönülden paylaşan İsmet Paşa da ülke kalkınmasının eğitimle yakın bağlantısının bilincindeydi. O da hedeflenen çağdaş, kalkınmış Türkiye'ye ancak tüm kırsal kesimin eğitilmesini içerecek bir toplumsal proje ile varılabileceğini düşünmüştü. Bu amacın gerçekleşebilmesi için İnönü, Başbakan olduktan sonra daha yapıcı adımlar attı. Hükümet programı ve bütçesi içinde eğitime en ön planda yer verdi. Yaptığı konuşmalarda ülkenin ancak ilk öğretimin yaygınlaştırılmasıyla aydınlık bir geleceği olabileceğini sık sık dile getirdi.
Eğitimde hedeflenen yaygınlığa ulaşabilmek için öncelikle öğretmen sayısındaki yetersizliğin giderilmesi gerektiğini düşünen İnönü, bu mesleğin saygın ve özendirici hale getirilmesine başlatılmış eğitim seferberliği kadar önem verdi. "Milletçe ve elbirliğiyle gayret ve hamlelerle" (4) öğretmen açığının giderilebileceğine güvendi. öğretmenleri yüreklendirebilmek için maarif kongrelerine katıldı, hep söz aldı, özenle konuştu.
3 Mart 1924'te onanan öğretim Birliği yasasından sonra, "Kafaları mazinin demir çemberi içinde kitlenen milletin vay haline" diyerek öğretmenlere "Bilirsiniz ki bütün dünya milletleri içinde her an ve her vesile ile bağıra bağıra söylediğimiz bir iddiamız vardır: Biz de her medeni millet gibi en yüksek medeniyet seviyesine müstehak ve müstait (hak etmiş ve yetenekli) bir milletiz diyoruz. Bu iddianın doğruluğu, hepiniz biliyorsunuz ki, asıl fikri sahada, asıl ilim ve fenle tahakkuk edebilir. Sizler bu milleti harsiyle, içtimai hayatiyle, bütün ilim ve fenniyle en yüksek medeniyet seviyesine çıkaracak işçilersiniz. Vazifeniz hakikaten çok şerefli, fakat çok ağırdır.... Sizler için asla fütur yok, azim ve ümit var... Vazifeniz hem uzun hem de mahrumiyetli sürecek... Bugün memleket baştan başa bir dershane halindedir..... Türk milleti bu dershaneden muvaffak çıkıncaya kadar çalışacak ve muvaffakiyetle çıkacaktır." Diye seslenerek ilk öğretimin kaçınılmazlığına ilişkin düşüncelerini yansıttı.
Hükümet, Cumhuriyetin duyurulmasını izleyen köklü değişiklikleri kurumlaştırmanın maddi ve manevi güçlüklerini aşmaya çabalarken, bir yandan da hiç vakit geçirmeksizin bütün yetişenlere eğitim olanağı sağlayabilme yöntemi arayışına Başbakan olarak öncülük etti. Bu emeli "Maarifte gayelerimizin temini için az masrafla çok okutabilmek usullerinin tatbikinde bilhassa mesai sarfetmek kararındayız" (5) sözleriyle Meclis kürsüsünden duyurdu.
Bütün Türk vatandaşlarının eğitim seferberliğine katılımını sağlamak amacıyla kentlerden köylere yaygın kültür- eğitim kurumu olmak üzere 1932 yılında başlatılan Halk Evleri'nin getirdiği canlılıkla, aydınlar kırsal kesimi daha yakından tanırken, ülke genelinde, özellikle de köylerdeki eğitim yetersizliği ve bunun ülkenin kalkınmasını büyük ölçüde engellediği daha da iyi kavrandı.
Bunun üzerine, ülke nüfusunun çoğunluğunun köylerde yaşadığı dikkate alınarak köy çocuklarına ailelerine ve devlete en az maliyet getirerek en hızlı şekilde ve eğitim olanağı sağlayacak yöntemlerin arayışı başladı. Ne var ki, çoğu öğretmenin kırsal kesimde görev yapmaya isteksizliği, yapanlarınsa köy koşullarına uyum sağlayamamaları ciddi bir sorun oluşturuyordu.
Atatürk ve Başbakan İsmet Paşa'nın yönergeleriyle Reşit Galip'in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, Hükümet, ulaşılması zor köyler ve köylülere eğitim götürebilmek için olağanüstü çabalar sarf etti. Hatta bakanlıkta köylere ivedilikle öğretmen yetiştirmenin yöntemlerini araştırmak üzere bir Köy İşleri Komisyonu kuruldu. Bu komisyon tarafından hazırlanan raporda "Öyle bir köy öğretmeni tipi yaratmalıyız ki, o yalnız köylünün inançlarını işlemek, toplumsal kurumlarını etkilemekle kalmasın.
Köyün yüzünü ve ekonomik hayatını değiştirsin" sözlerine yer verilerek büyük bir özlem dile getirilmişti. Ancak, köy enstitülerinin ön hazırlığı anlamına da gelebilecek bu komisyonun çabaları, uygulamaya dökülemedi. Bununla birlikte, köy öğretmeni sorunu, 1934 yılında yeniden ele alındı. Bu sıra Türkiye'de sayısı 38 000 dolayında olan köyler için 50,000 öğretmen gerekirken öğretmen okulları, yılda ancak 150 mezun verebiliyordu. Tüm ilkokul öğretmenlerinin sayısıysa 17 000'i geçmemekteydi.
Üstelik, bu öğretmenlerin hepsi, kentlerde çalışmak istiyorlardı.(6) Dahası, 1935 nüfus sayımında belirlenen acıklı tablo da erkek nüfusun ancak yüzde 23.3'ünün, kadınlarınsa yüzde 8.2'sinin okuma-yazma bildiğini göstermekteydi. l0.000 nüfuslu bir çok yerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 89,3 idi. (7)
Bu gerçekler değerlendirilerek, köylerdeki eğitim yetersizliğinin en hızlı şekilde, kırsal kesim çocuklarının köy koşullarını bilen öğretmenler tarafından eğitilmesiyle giderilebileceği düşünüldü ve köylerde köy öğretmenleri yetiştirmek üzere kurslar açılması kararlaştırıldı. 1936 yılında Eskişehir-Mahmudiye'de açılan ilk eğitmen kursuna, ertesi yıl Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarıldığında 3 kurs daha eklendi.
Hatta bu ara Atatürk, bakanlığın parası olmasına karşın köylerde hizmet verecek öğretmen bulmakta çok zorlandığından yakınan Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'a ordudan terhis edilmiş açıkgöz onbaşı ve çavuşlardan yararlanmasını önererek, kırsal kesimde eğitim sorununu yerel eğitim ordusu oluşturarak çözme düşüncesine bir anlamda destek de vermişti. (8) İnönü ise CHP grup toplantısında yaptığı önemli bir konuşmada köy ve kent koşullarının ayrılığının dikkate alınarak köylerin kültür kaynağı olacak okulların hızla kurulması gerektiğine ve bu okullar için öğretmen yetiştirilmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekerek ülke kalkınmasının büyük ölçüde köylerin kalkınmasıyla sağlanabileceğinin bir kez daha altını çizdi. (9) Öte yandan, eğitmen kursları, sadece okuma yazma öğretmekten daha nitelikli kimseler yetiştirilebilmek için bir süre sonra Köy Öğretmen Okulları'na dönüştürülürken, köy enstitülerinin de temeli atılmış oldu.
İsmail Hakkı Tonguç'un projelendirdiği Köy Enstitülerinin çıkış noktası, ilk öğretimin yurt çapında yaygınlaştırılması için köyden seçilecek çocukların kısa zamanda yetiştirilip köy koşullarına uyumlu eğitmenler olarak yine köylerde görevlendirilmeleriydi. Enstitülerin asıl şekliyle gündeme getirilmesiyse Atatürk'ün eğitim politikasını sürdürmeye kararlı olan İnönü'nün cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleşti.
Köy çocuklarının ancak yüzde 25'inin yararlanabildiği ilk öğretimi köylere uzanan ilköğretim seferberliğiyle kırsal kesimde yaygınlaştırmak, Cumhurbaşkanı olarak da İnönü'nün en önemsediği uğraşısı oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin 5. Büyük Kurultayı'nda parti başkanı olarak yaptığı konuşmasında "önümüzdeki yıllarda nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan köylümüzün, gerek eğitim, gerekse geçim düzeyini yükseltmeyi başlıca hedefimiz olarak görüyoruz. Bu konuda alacağımız sonuçlara çok önem ve değer veriyoruz.
Kesin olarak inanıyoruz ki köylümüzün eğitimini ve geçimini daha yüksek düzeye vardırdığımız gün, ulusumuzun her alandaki gücü bugün tasavvur olunamayacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır" diyerek köy eğitiminden beklentilerini tekrarladı.
Bu çerçevede, Anadolu'yu canlandırarak ülkenin gücünü birkaç misli arttırabilmek için, toplumun çoğunluğunu oluşturan köylüyü eğitmek amacıyla kurulan köy enstitülerini hem kuruluş hem gelişme aşamalarında alabildiğine destekledi. Programlarının yapılmasından teknik ve mali donanımlarına, uygulamalarına kadar tüm aşamalarıyla bizzat ilgilendi, pek çoğuna da katıldı.

1939 Temmuzunda Ankara'da toplanan ilk Milli Eğitim şurası'nda ülke aydınlarının, eğitim uzmanlarının yurt çapında yaptıkları uzun incelemelere dayandırılarak Köy Enstitüleri için hazırlanan rapor okundu.
Bu raporda Enstitülerin köylerde eğitimi yüzde yüz gerçekleştirip köylüyü bilinçli üretken yaparak ülke kalkınmasına sağlayacakları katkının altı çizilmişti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de konuşmasında İnönü'nün 5. Kurultay'daki sözlerine yer vererek bu projenin hükümet tarafından da canla başla desteklendiğini hatırlattı. Ülke gerçeklerini ve olanaklarını gözeterek hazırlanacak programın hemen uygulamasına geçileceğini söyledi.
Şura’yı yakından izleyen İsmet Paşa ise şuranın bitiminde üyeler ve eşleri onuruna, Çankaya’da onlarla bizzat tanıştığı bir akşam yemeği vererek konuya yakın ilgisini bir kez daha eğitimcilerle kamuoyuna gösterdi. (10) Enstitülerin kurulması için çalışmalar, hızla gelişti.
Enstitülerin bilimsel ve uygulamalı eğitime yer veren aydınlatıcı ve üretici bilim kurumları olarak köy çocuklarını genel ve mesleki kültür bakımından bilgilendirerek köylerinde saygın, fikirleri sorulabilecek kimseler olarak yetiştirmeleri hedeflenmişti Enstitülerin açılacakları yerler, bu yerlerin coğrafya özelliklerine göre verilebilecek mesleki bilgiler, hepsi ayrı ayrı tasarlanmış, kurumsal örgütlenmenin imece şeklinde olması öngörülmüştü. Köylerdeki okulların, işliklerin (atölyelerin) öğretmen evlerinin yapımı ve donanımı da köy halkının devletle işbirliğiyle sağlanacaktı. (11)
Köy Enstitülerinde eğitim süresinin 5 yıl olması, derslerin de yarısı kültür dersleri, öbür yarısı ise tarım dersleri ve çalışmalarıyla teknik dersler olarak 3 grupta verilmesi kararlaştırılmıştı. Anayasadaki fırsat eşitliği maddesi dikkate alınarak, enstitülere 5 yıllık köy ilkokulunu bitirmiş, sağlıklı, yetenekli çocukların kız erkek farkı gözetilmeksizin, eşit koşullarda sınanarak alınmaları kararlaştırıldı.
Enstitülerden öğretmen olarak mezun olanların 20 yıl zorunlu hizmet vermeleri öngörülmüştü. Köy çocuklarının tamamen ücretsiz olarak yararlanacakları enstitülerle ilk kez olanaksız kesimin çocuklarına çağdaş eğitimden yararlanma olanağı getirilirken yine ilk kez köy çocuklarına devlet eliyle ileri öğrenim ve çağdaş eğitim görme yolu açıldı. (12)
Enstitü öğretmenlerin görevleri ise ikiye bölünmüştü. Bunlardan okul ve kurslarla ilgili görevleri, öğrencilere teorik derslerin yanı sıra, okul, kümes, ahır yapımından hayvan bakımına kadar uzanan uygulamalı öğretim vermeye; onlara okulların yapılaşmasını, işletmeciliğini öğretmeye, okula özgü arazinin iyi işlenmesini sağlamaya, tarım işlerinin bilimsel yöntemlerle yapılması için yörelerinde örnek bağ, bahçe, atölyeler oluşturarak bu konudaki bilgileri köylülere de aktarmaktan, öğrencilerin sağlığını gözetmeye kadar uzanıyordu.
Yapım işlerini yönetmek de öğretmenlerin bir başka göreviydi. 20-60 yaş arasında kadın-erkek bütün köylüler, öğretmenin yönetiminde yılda 20 gün imece yöntemiyle çalışarak gereken yapılaşmayı bitireceklerdi.
Öğretmenlerin köy halkını yetiştirmekle ilgili görevleriyse, köylüyü üretimini daha verimli kılabilmek için bilgilendirmek başta gelmek üzere civardaki tarihi kalıntıların ve doğal güzelliklerin değerini öğretip korunması konusunda bilinçlendirmeyi de içeriyordu.
Köylerin durgun yaşamını canlandırmak için düğünler, bayramlar gibi çeşitli olanaklarda törenler, eğlentiler düzenlemek, çocuklara müzik aletleri çalmayı öğretmek, yüzücülük, kayak, atıcılık, güreş gibi spor alanında yetenek ve beceriler kazandırmak ve bunları dinletiler, yarışmalar şeklinde köy halkına da göstermek gibi noktalar da öğretmenlerin görevlerindendi. (13) Bu hizmetler karşılığında öğretmenler, 20 lira aylıkla göreve başlatılacak, her birine kendilerinin ve ailelerinin geçimine yetecek kadar toprak, tohum v.s. de verilecekti.
Bu ilkeler çerçevesinde Köy Enstitüleri Yasa tasarısının görüşülmesine 1940 Nisanı' nda başlandı. Ne var ki, hele yeni başlamış bir dünya savaşıyla o sıralar Türkiye ve dünya gerçekten olaganüstü günler yaşamaktaydı:
Toplum henüz Türk devriminin çağdaş getirilerini benimsemeye çalışırken savaş tehlikesi karabasan gibi ülkenin üzerine çökmüştü. Savaştan önce Avrupa'da totaliter yönetimler etkinlik kazanırken Türkiye'de sol ideoloji, her yeniliğe karşı çıkan, dolayısıyla, devrimle bir türlü barışamayan tutucu kanat tarafından halkı yeniliklerden koparma yöntemleri içinde büyük tehlike olarak gösterilerek alabildiğine kullanıldı.
Bu ortamda gerçekleşen Meclis görüşmeleri sırasında, ülke için böylesine yararlı bir tasarıya pek çok karşı koyan oldu. Bu kimseler, aslında genellikle çıkarsal nedenlerle, yönetimde, yargıda, eğitimde laiklikten yeni harflere, kadın-erkek eşitliğine kadar getirilen yeniliklere karşı olanlardı. Bunlar, olumsuz niteledikleri bütün bu gelişmelerin sorumlusu gördükleri Halk Partisi ile özdeşleştirdikleri Köy Enstitülerini günah keçisi yaptılar. Meclis'te yasa tasarısına karşı çıkarken sadece köy çocuklarına özgü bir eğitim kurumunun ülkede sınıf ayrımı yaratacağından, çarçabuk yetiştirilen öğretmenlerin yetersiz yarı aydınlar olacaklarına, bununda çocukların eğitimi açısından büyük sakıncalar taşıyacağını işaret etmeye kadar uzanan görüşler öne sürdüler.


Kimisi de enstitülerdeki karma eğitime karşı çıkıp, öğretmenlere işlenmek üzere toprak verilmesini, yapım işleri başta, uygulanacak imece yöntemini solculuk niteliyordu. Karşıtlar, öğrencilerin o döneme kadar uygulananlardan farklı, hatta yabancı bir eğitim sistemi içinde kolaylıkla solcu ideolojiye tutsak olacaklarını ısrarla tekrarladılar. Sert tartışmalar oldu. ülkedeki düşünce farklılıklarını göstermek açısından kuşkusuz hepsi kayda değer bu tartışmalar arasından oldukça ilginç biri, gerçekte, kadının toplumsal etkinliklerden dışlanması anlamında yapılan köy kadınlarının imeceye katılmaması önerisi ve Erzurum Milletvekili Nakiye Elgün Hanım'ın bu maksatlı öneriye şiddetle karşı çıkarak kabul edilmesini önlemesiydi. (14)
Köylerin kalkınmasından ürken, köylünün bilinçlenmesi durumunda ona egemen konumlarını yitirme kaygısı içinde olanların köy enstitüleri konusunda olumsuz yorumları ve sert eleştirilerini duymazlıktan gelen İsmet Paşa'nın Enstitüleri desteklediği bilinmekteydi. Yasanın görüşülmesinden kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı'nın Meclis'te "Türk milleti ilk öğretimde göz diktiğimiz amaca vardıktan sonra büsbütün başka kudrette bir varlık olacaktır. Kazancımız artacak, teknik yükselme gerçekleşecektir" ..
"Bütün maarif tedbirleri insan yetiştirmek gibi en çok zamana ihtiyaç gösteren tedbirlerdir. Onun için vaktiyle başlamak, maarif işlerinde hükümetin bilhassa dikkat edeceği bir husus olmalıdır" (15) sözleriyle bu konuda hiç vakit geçirmemek gerektiğine işaret etmesi, olumsuz bakanlara bir uyarı olmuştu.
Hele sorun tartışılırken ülkenin parasal sıkıntılarına karşın, Cumhurbaşkanı olarak Meclis'ten eğitim işlerinin özenle ve hızla yürütülmesini istemesi, ayrıca, hükümetin bu işlere el koyduğunu hatırlatması, Milli Eğitim Bakanı'na büyük güç verdi. Bu güvence ile Hasan Ali Yücel, Enstitülerin sosyal bir sınıf doğurmak gibi bir amaç taşımadığını kurumların modelinin başka ülkeden alınmayıp özgün bir sistem olduğunu anlatan doyurucu açıklamalar yaptı. (16)
Köy Enstitüleri'nin kurulması için yasa, 17 Nisan günü, 426 milletvekilinin 146sı oylamaya katılmadığından, 278 oyla, 3803 No.lu yasa olarak kabul edildi. (17) Böylece kırsal alanda öğretimin yanı sıra üretime dönük bir eğitim yöntemiyle, üstelik kendi giderini de yaratarak eşitlik ve demokrasi çerçevesinde geliştirilen ilkelerle, ülkenin büyük çoğunluğuna çağdaş uygarlık yolunu açacak, bilinçli yurttaşlar olmalarını sağlayacak bir eğitim sistem kuruldu. Meclisteki oylamaya katılmayanların sayısı, tasarıya daha başlangıçtan karşı çıkanların çokluğu konusunda bir göstergedir.
Kaldı ki, Enstitülerin önemini anlayamayanlar, veya kişisel çıkarları ağır bastığından anlamak istemeyenler, bir süre sonra, türlü asılsız iftiralarla suçladıkları bu güzel oluşumların sonunu getirmek üzere seferber oldular
Yasanın kabulü üzerine, 40 000 yerleşim merkezinin sadece 31 000 inde okul olduğu gerçeği de gözetilerek, okullaşma, hızla başlatıldı.
Öncelikle, köy eğitmeni yetiştirmek üzere;
Eskişehir çifteler, İzmir-Kızılçullu, Kırklareli-Lüleburgaz-Kepirtepe (Edirne) ve Kastamonu Gölköy'de açılmış olan dört köy öğretmen okulunun enstitüye dönüştürülmesi kararlaştırıldı.
1940 yılında bunlara Adana Düziçi, İzmit Arifiye, Antalya Aksu, Balıkesir Savaştepe, Isparta Gönen, Kars Cılavuz, Malatya Akçadağ, Kayseri Pazarören, Samsun Ladik Akpınar, Trabzon Beşikdüzü; 1941 yılında Ankara Hasanoğlan, Konya İvriz; ertesi yıl SivasYıldızeli, Erzurum Pulur'a 1944'te Aydın Ortaklar ve Diyarbakır Ergani-Dicle'de kurulanların da eklenmesiyle bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısı l6 000'e yükseldi.
O yıl Köy Enstitüleri'ni bitiren 1996 öğrenci, 1750 köy okulunda görevlendirildi. (18) 1948 yılında Van Ernis'te kurulanla 21e ulaşan enstitüler, sayılan merkezler ve civarın da eklenmesiyle tüm Türkiye'yi kapsayacak bir yaygınlıkta olmak üzere planlanmıştı. Enstitülerin yüksek kısmı ise 1943'te Ankara yakınında Hasanoğlan'da açıldı.
Ankara Üniversitesi’nin rektöründen dekanlarına kadar bir çok öğretim üyesi, bu okulda ücretsiz gönüllü dersler verdiler.
Köy Enstitülerinin açılması, ülke genelinde ilköğretim mezunlarının sayısı da çoğalttı. Yeni harflerin l928 yılında kabulünü izleyen 10 yılda 262 000 kişi ilköğretim diploması alırken enstitülerin beş yılında bu sayı 478 000 i bulmuştu.
Köy Enstitüleri'ndeki derslere 1943 yılında çıkarılan yasayla sadece erkek öğrencilerin alındığı sağlık bölümleri de eklendi. Bu bölümlerde 3. Sınıfı bitirenler 2 yıllık eğitim sonunda Köy Sağlık Memuru olabiliyordu. Böylece, enstitülerde kırsal kesim için sağlık memuru yetiştirilmeye de başlandı. Öte yandan, kızlar için tasarlanan ve Sağlık Bakanlığı tarafından açılması öngörülen ebe okulları tasarısıysa kâğıt üzerinde kaldı.
Öte yandan, Köy Enstitüleri Yasası'nın onanmasında Cumhurbaşkanı İnönü'nün büyük ağırlığı olmuştu. Daha önce de vurgulandığı gibi, o, ilköğretimi bir insanlık, bir ulus olma sorunu olarak görmekteydi.
Nitekim daha sonraları, Enstitülerin yıldönümünde bu görüşünü, "ilköğretimi olmayan memleketlerde Ortaçağ idaresi bütün yönleriyle devam eder. Resmi kanunlar ne derlerse desinler, ne haklar vatandaşlara tanınırsa tanınsın, hiç olmazsa ilköğretim derecesinde bilgi olmazsa haklar ve vazifeler canlanamaz. Hür vatandaşlardan birleşik bir ulus olmasının çarelerinin başında ilköğretim çaresi gelir" diyerek açıklamıştı.
"Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim." (19) sözleriyle olduğu kadar, kurulmalarının ilk yılı Meclisi açarken yine enstitülerden söz ederek bu kurum sayesinde ilköğretim sorununun 15 yılda çözüleceğinin altını çizerken de İnönü, bu sisteme bel bağlayanlara bir kez daha önemli bir güven kaynağı oldu. Söylevleriyle olduğu kadar, zaman zaman gazete ve dergilere yazdığı köy enstitülerinin amacı, işleyişi, eğiticileri ve öğrencilerini konu alan makaleleriyle de bu güvenin sürmesini sağladı. (20)
İnönü, özellikle enstitülerdeki karma eğitime gelen yoğun eleştiriler karşısında bir yandan kız çocukları okutmamadaki büyük yanılgıya işaret ederken bir yandan da ilk öğretim sorununun kısa vadede çözümlenemeyeceğini, öncelikle ekonomik güçlenme gerektiğini vurgulayanları eleştirerek bu okullara yerel yöneticilerin de azami ilgisini istedi.
İnönü'ye göre ilk öğretim, "insan olarak yaşamak için su ve hava gibi" doğal bir gereksinimdi. (21) Enstitüler Türkiye'nin bu sorununa çözümdü. Ancak, öğrenci ailelerinin yanlış izlenimlerden kurtulup bu masrafsız olanaktan yararlanarak çocuklarının okullara devamını sağlamaları şarttı. O, bu konuyla da yakından ilgilendi.
"Arkadaşlarım bu işle uğraşmak için benim bulduğum kadar vakit ve heves ayırabilirlerse, biz devam meselesini yakın zamanda tamamıyla hallederiz Bunu hallettiğimiz zaman, memleketin ve milletin az zamanda o kadar farklı ilerlemesini sağlayacak ana tedbiri nasıl bulmuş olduğumuza kendimiz de şaşakalırız" diyerek kaymakamları, valileri, milli eğitim müdürlerini, öğretmenleri, müfettişleri bölgelerindeki her öğrencinin okula devamı ile ilgilenmeye çağırdı.
İkinci Dünya Savaşı'nın ağır ekonomik bunalımlına karşın ailelere devletten çocuklarını parasız yatılı okumak üzere enstitülere göndermeleri için çağrılar gönderterek köylüye devlet babanın kendilerini hatırladığı duygusunu tattırdı. Gıda maddelerinin vesika ile dağıtıldığı savaş yılları boyunca, daha çok kalori harcadıkları gerekçesiyle işçilere, gram olarak daha fazla gıda tahsis edildiğinden, köy enstitüsü öğrencilerinin de daha iyi beslenebilmeleri için karnelere işçi olarak kaydedilmelerini sağladı.
Cumhurbaşkanı'nın ülkenin tüm yönetim mekanizmasını seferber ederek bizzat üzerinde durduğu bu enstitülerin öğrencilerin devamı kadar önde gelen bir sorunu da bina idi. Savaş koşullarının yoklukları ve yapı malzemesinin yüksek fiyatları okulların yapımını güçleştirmekteydi.
İnönü zorlamalara karşın bu okulların hedeflenen sayıya ulaşabilmesi için devletin enstitüleri her türlü vergiden muaf tutarak destek olmasını sağlarken, ulusun beklentilerinin ancak güçlü idealizm ve büyük özveriyle gerçekleşebileceğini sık sık dile getirdi. Eğitim görevlileri ve yerel yöneticileri bu büyük seferberlikte hep yüreklendirdi. Enstitülerin etkinliklerini izleyerek, pek çoğunu sık sık ziyaret ederek desteğini sürdürdü.
Örneğin, 1941 Ağustosunda Samsun'dan şöyle seslendi: "Samsun'a gelinceye kadar Köy Enstitülerinden üçünü gördüm. Kız ve erkek köylü çocuklarımız hem müesseselerini kuruyorlar, hem de ileride ifa edecekleri yüksek vazifeleri için hazırlanıyorlardı. Yapıcı, çare bulucu, çalışkan bir ruh bu enstitülerin hayatına hâkim olmuştur.
Bu durumu görmekten pek memnun oldum, pek ümitliyim. Türk kızlarının müstesna haysiyeti ve ciddi vazife severliği bütün mekteplerimizde olduğu gibi Köy Enstitülerinde de göze çarpmaktadır.
Öğretmenler ve enstitü müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere istinad ettirmek için aşk ile çalışıyorlar. İktidarlı, fedakâr ve vatansever köy öğretmenleri yetiştirmek enstitülerin mukaddes emelleridir.
Şüphe yok ki enstitü öğretmenlerine ve müdürlerine düşen vazife hepimiz için imrenilecek, heves edilecek bir vazifedir. Şimdiki tutumları iyi netice alacağımız ümidini bende çok kuvvetlendirdi. Köy Enstitüleri hakkındaki bu müspet görüşlerimi vatandaşlarıma söylemekten zevk alıyorum." Enstitü öğrencilerine "Ahlaklı, vakarlı, haysiyetli olarak yetişiniz. Köylerimiz sizi bekliyor" (22) diye öğüt verirken, Ankara 'yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına baş ikramı, Hasanoğlan Köy Enstitüsünü gezdirmekti . (23)
Ne yazık ki, Türk devriminin yenilikleri henüz özümsenmeden, Köy Enstitülerinin kuruluş aşamasıyla da eş zamanlı patlak veren II. Dünya Savaşı'nın getirdiği bunalım, CHP ve yaptırımlarına mal edildi ve bunun ilk faturası Köy Enstitüleri'ne çıkarıldı.
İktidarı ve Halk Partisi ile özdeşleştirilen devrim hareketlerini desteklemeyenler bir araya gelerek Enstitüler aleyhine bilinen eleştirileri tekrarlayan bir akım oluşturdular. Siyasiler kadar kimi çevrelerce aydın sayılanların ve her türlü halk kesimlerinin de katıldığı bu akımla insanlar öylesine bölündü ki, bir yazar, duygularını "Köy Enstitüleri hakkında ne düşündüğünü söyle kim olduğunu söyleyeyim" sözleriyle yansıttı. (24)
Daha sonra CHP den ayrılacak olan milletvekillerini de içeren bu akımın sesi, hele Demokrat Parti'nin kurulmasından sonra Büyük Millet Meclisi'nde de duyuldu.
Türkiye'de laik, ezbercilikten uzak, bilimsel eğitimi, öğrencilerin de yönetime katıldığı demokratik sistemiyle iyice yaygınlaştıran enstitüler, çok partili rejime geçiş aşamasında muhalefet tarafından ulusal eğitimin bir parçası değil, iktidar partisinin bir organıymışçasına eleştirildiler.
Tıpkı kuruluş aşamasında olduğu gibi, bu okullara sadece köy çocuklarının alınmasının eşitlik ilkesine uymadığı, özünde de zaten halkçılıkla çelişen bir kurum olduğu, bu okullarda komünizm propagandası yapıldığı, kız ve erkek çocuklarının bir arada okumalarının Türk ahlak ve geleneklerine aykırı olduğu gibi savlar Meclis kürsüsünden öne sürüldü. Ne acıdır ki bu görüşler, Meclis içinden ve dışından özellikle de CHP'yi yıpratmak isteyenlerden beklenmeyen ölçüde katılım gördü. öğrenci ailelerinin maddi yükümlülükle karşılaşmamaları için devlet tarafından verilen tek tip elbiseler bile kimi çevrelerde eleştiri konusu oldu.
Birçok batı ülkesinde faşizan yönetimlerin egemen olduğu o günlerde en büyük kaygısı rejimi korumak olan İsmet Paşa'nın, 1945'te çok partili sistemin de getirilmesiyle iyice yerleşmekte olan demokrasinin örselenmesini engellemek için yeğlediği sıkıntılı sessizliği, Meclis'te ve hükümette bunalımları tırmandırdı.
Bu ara boy hedefi yapılan Köy Enstitülerini korumak umuduyla sistemden ilk ödünler verildi: Enstitülerde kültür dersleriyle uygulamalı teknik derslerin özenle saptanmış oranları değiştirildi. 1946 seçimlerinden sonra kurulan Recep Peker Hükümeti'nde Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanı görevine son verilerek yerine Reşat şemsettin Sirer'in atanmasını Köy Enstitüleri hakkında çok ağır dil kullanan bu bakanın, İsmail Hakkı Tonguç'u ağır suçlamalarla görevinden alması izledi. Sonraki adımlar, bu okullardaki derslerin niteliğinin de değiştirilmesi, 1949 yılında bu okullara sadece köy çocuklarının alınmasından vaz geçilmesi ve karma eğitime son verilmesi, oldu.
Demokrat Parti iktidarının ilk yılında Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik ıleri, enstitülerle mücadelenin komünizmle mücadele sorunu olduğunu bile dile getirdi. Ve sonunda, 27 Ocak 1954 tarihinde 6234 No.lu yasa ile enstitüler, öğretmen okullarına dönüştürüldü. (25)
Köy Enstitülerin kurulmasını sağlamış olan İsmet Paşa, çok değer verdiği, ülke için nice umutlar beslediği bu okulların acıklı sonunu önleyememekten ve bunun ülkeye maliyetinden kuşkusuz çok üzüntü duymuştur.
Onun 27 Mayıs devriminden sonra başbakanlığını yaptığı 1962 koalisyon hükümetinin programında Türk milli eğitim sisteminin toptan gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek ilköğretim çağındaki bütün çocukların 1970 yılına kadar okul içine alınması dileğine yer vermesi (26), kuşkusuz bunun en büyük göstergelerindendir. İsmet İnönü, bir süre sonra, 1966 yılının 17 Nisan'ında Köy Enstitüleri'nin kuruluşu anılırken "Köy Enstitüleri ile kapalı olan köylü hazinesi keşfolunmuştur. Bunun mütehassısları cesaretle bunun içine girdiler.
Başarıyı, ilk önce burada değerlendirmek lazımdır. Köy Enstitülerinde çalışanları, Hasan Ali Yücel'i , Hakkı Tonguç'u rahmetle anmak isterim. Ben Devletin başındaydım.
Köy Enstitülerindin asıl zahmetini çekenler, bu eserin mimarları ve onun tutunması için çalışanlardır. Eser onlarındır" (27) diyerek Enstitülerin kendine göre bir bilançosunu yapmıştır.
Ancak, bu mütevazı sözlerinde enstitülerin uğradığı sondan duyduğu üzüntüyü kavramamak, bir başka vesileyle Türk ulusuna bırakacağı başlıca iki eserin birinin çok partili hayata geçiş, öbürünün de Köy Enstitüleri olduğunu söylerken de duyduğu kıvancı fark etmemek olanaksızdır.
İsmet Paşa'dan söz etmeden anlatılması olanaksız olan, hatta onunla hayat bulduğunu söyleyebileceğimiz eğitim tarihimizin altın sayfası Köy Enstitüleri, zaman içinde, tıpkı İsmet Paşa gibi, çok özlenmiş, çok yerilmiş, çok övülmüş, ancak, hep gündemde kalmışlardır.


*KAYNAK

17 NİSAN ve KÖY ENSTİTÜLERİ FOTO GALERİ


KAYNAKÇA
·         Aydemir,Şevket Süreyya, İkinci Adam Cilt II. ıst. 1967 s. 369-70
2) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s.98, l00
3) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s. 3
4) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s. 88-89
5) 
İbid, 90-96, 1056) Aydemir, şevket Süreyya, İkinci Adam, Cilt II, ıst. 1967 s. 376
7) Bas
ında Köy Enstitüleri Cilt I, Ank. 2000( Yeni Adam 13.5.1940'dan) s. 2878) Aydemir, Şevket Süreyya, ıkinci Adam, Cilt II, ıst. 1967, s. 377
9) Türko
ğlu, Pakize, Tonguç ve Köy Enstitüleri, ıst. 1997, s. 9410) Türkoğlu, Pakize, Tonguç ve Enstitüleri,ıst.1997, s. 143-4511) İbid s.9412) İbid s.150 13) Tonguç, İsmail Hakkı, Köy Eğitim ve Öğretiminin Amaçları, Köy Enstitüleri II, Ank. 1944, s. 11-26 14) Köy Enstitüleri ile İlgili Yasalar, Cilt II,Ank.2000, s.42415) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri Cilt I İst. 1946 s.47
16) 
İbid s. 31917) Turan, şerafettin., İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ank. 2000 s. 197
18) Hasan Ali Yücel'in 1945 y
ılı TBMM bütçe görüşmeleri sırasındaki konuşmasından, H.A.Yücel'in Köy Enstitüleri ve ,Kköy Eğitimi ile ilgili Yazıları, Konuşmaları, Ank. 1997, s.23019) İsmet İnönü'nün Söylev ve Demeçleri Cilt I ıst. 1946 s.73, 39720) Ulus, 18 Nisan 1945, 17 Nisan 1946,İlköğretim Dergisi, 15 Eylül 1942 21) Cilt I s. 573 Ulus 7 Ağustos 194422) Köy Enstitüleri II, ızmir Kızılçullu, s. 20123) Turan, şerafettin, A.g.e. 199
24) Bas
ında Köy Enstitüleri, Ank. 2001, s.296, Eyüboğlu, Sabahattin, Okur Yazarlar ve Köy Enstitüleri, Varlık Dergisi, Ocak, 1947'den alıntı25) İbid 199-20426) Turan, Şerafettin, A..g.e. s.204
27) Aydemir, Şevket .Süreyya, A..g..e. Cilt II s. 332