K.E.TENOLOJİ







    ji
Köy Enstitülerinde eğitim ve teknoloji
Elektrik için yapılan çalışmalar


Köy Enstitüleri’nde öğrenimleri sırasındateknoloji ile karşı karşıya getirilen öğrenciler, öğretmen olduklarında öğrendiklerini köylerinde uygulama fırsatı buldular. Köyler kısa sürede, küçük çaplı da olsa ustalık isteyen işleri uygulayan öğretmenlerle donanmaya başladı. Köy halkı artık yalnız değildi. Köyler; Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş öğretmenin açtığı ışıklı yolda hem bilgilerle hem de ustalıklarla donatılıyordu. Giderek kendi işlerini yapar hale gelmeye başladılar.
Gelişmelere açık ve deneyerek öğrenme yöntemi ile yetiştirilen köy enstitülü öğrenciler motor bilgileri de alır, uygulamalı dersler yaparak tarımda kullanılmaya başlanan traktörü tanıma ve kullanmaya da hazırlanmış olurlardı. Artık köylerde kullanılan karasaban yerine traktör kullanmak gereği vardı, teknik gelişmeler bunu gerektiriyordu. Köy enstitüsünden yetişen öğretmenler, yeniliklerle donanmış olarak köylerine döneceklerdi. Onlara verilen bahçe ve tarlasını işlerken, traktör kullanmak durumunda kaldığında bocalamayacak, traktörü rahatça kullanacaktı.
1942 yılından başlayarak, kendi üretimini ön plana çıkaran bu eğitim anlayışı, onların ilk yıllarda elektriğin olmadığı günlerde kendi elektriğini üreterek radyo dinlemeye çalışması ne denli anlamlı ve ders alınması gereken bir durumdur. Bu heyecan ve arayış sürseydi, bu çabalara set çekilmeyip öküzün altında buzağı aranmasaydı, onların açtığı yolda ilerleyecek ve şimdi uzayda kendimize yer bulmuş olacaktık.
Köy enstitülü öğrencilerin çoğunluğunda bu ilgi ve tutku vardır. Teknoloji onların sevgi ve ilgiyle yaklaştıkları alanların başında gelir. Bu okullar kapatılmasaydı, onların bu sevgisi ve ilgisi giderek büyüyecek, kuşaktan kuşağa aktarılarak, bugünlerde çağın gerektirdiği yönlerde ortaya çıkacaktı. Bu doğrultuda, kendi motorumuzu, kendi uçağımızı yapacaktık. Dahası günümüz gelişmelerine ve buluşlarına koşut iletişim ve bilişim yolunda yerimizi alacaktık. Teknolojiyi dışardan devşirmeyip, kendimiz bulup, yaratıp başkalarına sunacaktık. Onca yokluğa karşın, fırsat verilirse Köy Enstitüleri gerçeği ile, Türk Halkı’nın neler başardığı ve neleri başarabileceği kolayca anlaşılabilmektedir.
O yıllarda bu çalışmalardan yola çıkarak gelişmelere kucak açmalıydık, onların uyanmalarını sağlayan bu çabaları kösteklemeyip, desteklemeliydik.
Alın size çok güzel hem de ders alınacak bir örnek:
Osman Orhan öğretmen; “Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş köyümüzün yeni öğretmeni her şeyi biliyor, anlamadığı hiçbir şey yok ya! Köye ilk gelen traktör (köylü deyimi ile motor) arızalanınca bunu kim onaracak?” Köylü ne yapacağını bilemez. Anlayan yok. Kasaba çok uzak, hem traktör oraya nasıl gidecek, nasıl götürülecek? Derken akıllarına gelmiş, “Osman hocaya koşmuşlar. “Öğretmenim bizim motor bozuldu bir el atıver, sen bilirsin” demişler. El atış o el atış motoru tamir etmiş. O günden sonra adı Motor Osman kalmış. Bu lakap sevginin, hayranlığın ve saygının ifadesidir. “ (1) Onlar köye; sanatı, zanaatı götürdüler. Tarımın, hayvancılığın can damarı olan yeni bilgi ve yöntemleri götürdüler. Köy enstitülü öğretmenler bizim baş tacımızdı, bu taç ülkeyi onurlandırıyordu. Korktular, tez elden, kılıflar bulup, uydurma yakıştırmalar eklediler, bu eğitim yuvalarını kapattılar. Eğitim onurumuzu yok ettiler.
Oysa köy enstitüsü mezunu öğretmenler, salt öğretmenlik yapıp, abc öğretmediler; onlar köyün her konuda ustası oldular. Tarım yaptılar, tarım bilgilerini köylüye aktardılar. Hayvan besleyip, bakımını yaptılar. Arıcılık, meyvecilik ve sebze yetiştirilmesi gibi konularda hep önder oldular. Denediler, başardılar, başarılarını köylüleri ile paylaştılar, onları bilgilendirdiler. Köylünün hayvanlarının sağlıklı olmasını sağladılar. İnsanlara sağlıklı yaşama koşullarını kavrattılar. Onlar her konuda köye aydınlık ve bilgi taşıdılar.
Köye ışık oldular.
Teknolojiyi yakından izleyip ulaşabildiklerine ulaştılar. Ulaşamadıklarını ise yok saymadılar, nedir, ne değildir? Öğrenmeye çalıştılar. Bilgi eksikliklerini giderdiler. Gün gelecek karşılarına çıkacaktı, onlar bu bilinçle çalıştılar, onlar bu bilinçle teknolojiye yaklaşıp öğrendiler. Köy Enstitülü tüm öğrenciler öğrenme tutkusu içinde oldular, yaparak öğrendiler.
Örneğin; Mustafa Karakoç 1943 yılı Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunudur. İçlerinde büyük bir öğrenme tutkusu vardır. Bu tutkuyla ilgili bir anısını şöyle anlatır:
“Okulun yanındaki köprünün altından su çekip okulda kullanılıyor. Bu su traktörlerle taşınıp oradan musluklara gidiyor. Bu sırada su taşıma işleri ile ilgilenen Mustafa KARAKOÇ’ a, bir arkadaşı "gel şu traktörün motorunu söküp yeniden yapalım, motoru inceleme fırsatı bir daha elimize geçmez”der, Mustafa KARAKOÇ tereddüt eder. Bunu gören arkadaşı “Motoru bir daha çalıştıramazsak da Lüleburgaz’dan su taşınır, önemli değil” deyince motoru söküp, takarlar ve yeniden çalıştırırlar. Aynı şeyi başka bir kez denediklerinde ise motoru çalıştıramazlar ve okul susuz kalır. Lüleburgaz’ dan ustalar getirilir. Bu işlerde ustalığı ile bilinen öğrencilerden Mustafa SAATÇİ motoru kendi yöntemleri ile tamir eder.” (2)
Bu yöntemleri kullanan, teknoloji ile baş başa olmayı başaran ve de oldukça başarılı olan çok öğrenci vardır:
M.Nazif Evren, Dicle Köy Enstitüsü müdürü olarak göreve başladığında okul binaları henüz tamamlanmamıştı. Başka eksik işler de dağ gibi sorunlar halinde önünde duruyordu. Bir yandan bataklık ve yılanlarla dolu okul alanını yaşanır hale getirmek için ağaçlandırıyor, bir yandan da aydınlanma sorunları için elektrik işleriyle uğraşıyor, sonuç alamıyordu. Ötesini kendisinden dinleyelim:
“1945 yılının sonbahar aylarında idi. Dicle Köy Enstitüsünün kuruluşu tamamlanmaya çalışılıyordu. Bir yıl içinde öteki enstitülerden yardıma gelen ekiplerle 17 parça bina yaptırılmış, yurdun Diyarbakır, Mardin, Urfa, Bingöl, Van, Bitlis, Siirt illerinden 350 öğrenci alınmış öğrenime başlanmıştı. Fakat enstitüyü aydınlatacak elektriğimiz yoktu. Gemici fenerleri, lükslerle gece etkinliklerimizi yürütmeye çalışıyorduk.
Bakanlık, ordudan edindiği bir sahra elektrik motorunu bize göndermişti. Ama bunun montesi, binalar, alanlara tesisat yapılması gerekli idi. Bu iş o günün geçer pahasına göre 25 bin liranın üstünde bir ödeneği gerektiriyordu. Durumu o günlerde enstitüye gelen rahmetli Tonguç'a açtım, ödenek istedim. Tonguç:
«Ben sana bir ekip gönderirim, kısa zamanda yaparlar, ışığa kavuşursun» dedi. Verilen sözden bir aydan fazla zaman geçtiği halde ekip gelmemişti. Biz, gene geçen yılda olduğu gibi kış gecelerinin karanlığını gidermek için önlemler düşünmeye başladık. Bu günlerin bir sabahında Ankara - Diyarbakır - Kurtalan treninin üçüncü mevki vagonundan bir çocuk indi. Doğru yanıma geldi. «Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencisiyim. Adım Hasan Gülel. Yapılacak elektrik işleriniz varmış. Yapmaya geldim.» Bu çelimsiz, kavruk Anadolu çocuğunun bu işi yapabileceğine inanamadım. İçimden geçeni de belli etmeden kendisine: «Yoldan geldin, yorulmuşsundur. Biraz uyu, dinlen. Sonra görüşürüz,» dedim. Gerekenin yapılması için de okul başkanına görev verdim. Aradan iki saat kadar bir zaman geçmişti ki, Hasan Gülel'i tekrar karşımda buldum. Elinde bir liste vardı. Uyumamış, okul başkanıyla binaları gezmiş, ölçmüş biçmiş, motorun ambalajını açmış kontrol etmişti. Sipariş listesini aldım. Satın alınması için muavin arkadaşım Nuri Bayer'i görevlendirdim. Bu hazırlığın içinde 20 tanede direk vardı. Yüksekliği 7,5 - 8 metre olacak üst çapı da 15 cm. den aşağı olmayacak, düzgün, budaksız kavak da olabilirdi.
Ismarışların alınmasını bekliyorduk. Bir ara, gene Hasan Gülel'i karşımda buldum. Bu defa Hasan, uslu bir öğrenci değildi. Bozuk giden işlerden öfkelenmiş bir enstitü müdürü pozu içinde: «Size listeyi vereli iki gün oldu. Hala hiçbir şey yok ortada.' Hani direkler? Niye ilgilenmiyorsunuz bu işle?» dedi. «Çok haklısın Hasan» dedim. Beraberce kamyona binip Diyarbakır'ın yolunu tuttuk. Orada da verilen boyutta direk bulmağa olanak yoktu. Mardin yolu üstündeki bir kavaklıkta bulabildik istediğimiz direkleri. Gece yarısı enstitüye getirdik. Hasan Gülel memnundu. Ertesi sabah öğrencilerimizden bir ekiple işe başladı. On gün içinde bizi ışığa kavuşturdu. Bütün masrafımız ikibinbeşyüz lirayı geçmedi. O günlerin geçer pahasına göre 25 bin liralık bir işti bu. Hasan Gülel Dicle'nin «Hasan Ağabeyi» oldu. Bu ad, sürüp gitti Dicle'de...” (3)
Onlar Anadolu’nun karanlıklarını aydınlatmak için bilgilerle donandılar. Bilgilerini her fırsatta insanların yararı için kullandılar. Eşeklerin, katırların, kağnıların ulaşımı ve taşımayı sağladığı dönemlerde, onlar motorlu araçları tanıyarak, kullanmaya başladılar. Çağdaş olanı, yeniyi benimsediler, tanıttılar. Bu davranışlarıyla örnek oldular. Yenilikleri benimseyip, halka da benimsettiler. Yol yordam öğrettiler. Öğrendiklerini tez elden köylere taşıdılar. Bu anda da olan oldu. “Köy Enstitüleri üretim aşamasına ulaşınca, daha çok fikir ve iş üretmeye başlayınca; özel çıkarlarını ülke çıkarlarının önünde görenler bu kurumları kapatma, kapattırma sürecini başlattılar. … Karşı olanların bir kısmı belki de içte ve dıştaki çıkar çevrelerinin maşası durumunda oluşlarının farkında bile değildiler. Köy Enstitüleri karşıtları, köylünün bilinçlendirilmesine, aydınlatılmasına karşı idiler.” (4)
Köy Enstitülü öğrencilerin duyarlılıkları, ülke kaynaklarına olan ilgileri çoktur. Öyle ki, yurt çapında yapılan araştırmaları izler, sonuçlarını merak ve ilgiyle beklerlerdi. Bunlarda biri de yine okul ajansına yazdıkları 22 Kasım 1953 tarih ve 1513 sayılı bültende belirttikleri petrol konusudur. Bu bültende, “Malatya vilayetimize bağlı Adıyaman kazasında (Adıyaman 1 Aralık 1954 yılında il olmuştur) çok zengin bir petrol kaynağı bulunmuştur. Alakalılardan alınan malumata göre petrol Adıyaman ile Pötürge kazaları arasında olup, işletmeye başlandığı taktirde memleketin mühim bir ihtiyacını karşılayabilecek durumda bulunmaktadır. Petrol bulunan sahalarda araştırmalara devam edilmektedir.” denilerek bu sevindirici olaya bakış açılarını ortaya koymuşlardır. Bu duyarlılık alkışlanacak bir niteliktir. Ülke kaynaklarını izlemek ve değerini kavramak çok önemli bir tavırdır.
Köy Enstitülü gençlerin yolu kesilmeseydi, onlar bugün petrol arayacak, uçak yapacak, fabrika kuracak, kendi otomobilini üretecek duruma geleceklerdi. Çünkü onlar hem kendi güçlerine hem de ülke insanına güveniyor, ülke insanının çalışkanlığını, zeki oluşunu değerlendirmeyi biliyorlardı. 
Ülke kaynaklarını bilmek, öğrenmek önemlidir. Ulus zenginliğimizin temel taşlarıdır bu kaynaklar. Onlar kurursa, kurutulursa, teslim edilirse ellere, yoksun kalırız zenginliklerden. Yoksun kalır da tümden kapanır gelir kapılarımız.  Şimdilerde kapandığı gibi. Ellere teslim edildi, onların insafına bırakıldı, kaynaklarımız. Fabrikalarımız, ürünlerimiz, onların kota uydurmacılığına kurban edildi. Kapı dışarı edildi buralarda çalışan işçilerimiz. İşsiz bırakılarak ekmekleri kesildi, yok edildi çalışma güçleri…
Gel de, Köy Enstitülerini ve onların eğitim anlayışını arama…
Mehmet ERBİL
www.mehmet-erbil.tr.gg
(1)   YILMAZ, Tuğrul, Likya’dan Bakış Köy Enstitüsü Yollarında… , Yeniden İmece Dergisi, Ekim 2010
(2)    EVCİ, Görkem, www.Göç Yollarında Bir Okul, KEPİRTEPE.com
(3)   EVREN, Nazif M. “Dicle’nin Hasan Gülel Ağabeyi”, www.KöyEnstitüsü Müdürleri Anlatıyor.com
(4)   Cumhuriyet Gazetesi Ankara Eki 28 Mayıs 2010,s.2