'' Ben ilkokulda köy enstitüsü öğretmenlerinden ders aldım. Onlar bana ne gösterdiyse çocuklarıma onu gösteriyorum. Bu nedenle çocuklarımın hepsi tarlayı, ağacı, toprağı bilir. Onlara bir dilim ekmek ver, bağa bırak ne yiyeceklerini bulur.''
*
Ünlü oyuncu Turgay Tanülkü'nün hayatı film gibi. 62 yaşındaki oyuncu, 18 yaşında girdiği cezaevinden 26 yaşında başka biri olarak çıkmış. Özgürlüğe ilk adımı atarken "Ben geri döneceğim buraya!" diye bir söz vermiş kendine. Tanülkü, ömrünü cezaevlerinde mahkumları tiyatroyla buluşturmaya adamış bir oyuncu... Çoğu insanın ''Kurtlar Vadisi'', son olarak da '' Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'' dizisinde Şahinağa olarak tanıdığı Tanülkü'nün hikayesi dizi olacak kadar çarpıcı... 1981'den beri girip çıkmadığı cezaevi kalmadı. Üstelik o sadece mahkumların değil, onların çocuklarının da hayatlarına umut olmuş. 14'ünü cezaevinden aldığı 23 evladı var. Ve o evlatlardan çoğu üniversiteyi onun sayesinde bitirip hayata atıldı. Hatta içlerinden biri, hukuk okuyup savcı oldu!
Cezaevine girişinizle başlıyor hikayeniz. En başından anlatır mısınız?
- 1970 döneminde Ulucanlar Cezaevi'nde siyasi nedenlerle hapis yattım, 18 yaşımdaydım. Ve uzun dönem işkence gördüm, çocuğum olamayacak kadar ağır işkence gördüm. Bizim hayatımız hep bir dram. Çok mutlu olan bir kesimden değilim.
-Cezaevine girdiğinizde okuyor muydunuz?
- Ankara'da liseyi bitirmiştim, hukuk fakültesini kazanmıştım. Aynı zamanda da konservatuar sınavlarını da kazanmıştım. Tutuklandıktan sonra Ulucanlar Cezaevine gönderildim. Kendimi ve koğuştaki ağabeylerimi eğlendirebilmek için fıkraları oynuyordum koğuşun ortasında... Tiyatroyu küçük küçük koğuşa sokmuştum. Epey zaman böyle devam etti.
Annemler beni Almanya'da biliyordu. Çünkü o zamanlar radyoda arananların listesi okunurdu, yakalandıktan sonra listeden ismin çıkardı. Ben yakalandığım için listede ismim yoktu. Onlara Almanya'da olduğumu söylemişlerdi. Haliyle benim hiç ziyaretçim gelmiyordu.
-Çocukları kurtarmam gerekiyordu. Onlar için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yıllar sonra suçumun olmadığı anlaşıldı. 26 yaşımda çıktım cezaevinden. Tam sekiz güzel yılım gitmişti... -Ama çıktığım gün kendime bir söz verdim; cezaevine tekrar gideceğim! 1981 yılında mahkumlarla gönüllü olarak tiyatro yapmaya başladım. Gönüllü olunca idarenin de işine geliyordu. Ders yapıyordum orada. Her gün gidiyordum cezaevine. Mahkumlardan bir grup oluşturdum, ilk oyunumuzu o zaman sahneye koyduk.
-Ben bitirdim konservatuvarı. Cezaevindeyken okula gidip gelebiliyordum gardiyan eşliğinde. Konservatuvarla cezaevi arasında iki cadde vardı zaten. Gardiyan okula kadar getirip bırakıyordu beni, akşamüzeri de alıyordu. Okuldakiler zaman zaman şüpheleniyordu durumumdan çünkü bilmiyorlardı cezaevinde olduğumu...
- Mahkumlar oyun oynar, gala yapardım, onların aileleri izlemeye gelirdi. Çocuklar gelirdi babasını, annesini seyretmeye. Oyun biter, misafirler gider, o koca koca adamlar sahneden iner, ailesinin oturduğu koltukları koklardı (ağlıyor). Tiyatro bir insan kokusudur. Çocuğum olmadığını ve olmayacağını biliyorlardı. Eşim sağ olsun kader deyip kabullenmişti. 27 yıldır evliyim... Bu galalar ve oyunlar sayesinde mahkumların çocuklarıyla tanışmaya başladım.
-Çocukların mutluluklarını gördüğümde küçük küçük para vermekten ötesini yapmak istedim. Ailelerle konuşmaya başladım "Okutabilecek misiniz?" diye... Durumlarını anlatıyorlardı... Önce kendi evlerinde okutmaya başladım. Erzaklarını alıyordum, kiralarını ödüyordum. Tüm bunların altından kalkabilmek için tiyatro dışında iş yapmam gerekiyordu...
NAYLON TORBA SATTIM, ÇAY OCAĞI AÇTIM
- Naylon torba sattım... Ankara OSTİM'de bir çay ocağı açtım. Oradan gelenlerle çocuklara destek olmaya çalıştım. O zamanlar TRT'de ''Ferhunde Hanımlar'' dizisinde oynuyordum. O da bir yere kadar yetiyordu. Ama o para epey güçlendirmişti beni. Eşimle konuştum ve çocukları almaya karar verdik. Anne baba çaresiz kalınca çocuklar sokağa ve suça yöneliyor.
45 YAŞINDA OĞLUM VAR
- İlk aldığınız çocuk şimdi kaç yaşında?
- 45 yaşında oğlum var şimdi. Ali ama soyadını vermek istemiyorum çünkü bir yerde yönetici... Ali'yi okutuyordum ama evinde kalıyordu. Benim de aklım ondaydı çünkü Ali'nin babası cezaevindeydi. Ama şöyle bir durum var, babalar içerde olunca anneler çalışmıyorsa, çocuklar ne yapacak? Ya babasının suçuna iştirak ediyor ya da başka yollara... Mesela uyuşturucudan baba içeri girmiş, karşısındaki avukat öyle bir para istiyor ki; kadın kocasını kurtarabilmek için o işi yapmak zorunda kalıyor. Bir zincirin halkası bu iş.
- Haklısınız. Siz nasıl devam ettiniz yardıma?
- Kız çocuklarını aldıktan sonra işin rengi değişti. Hepsiyle gurur duyuyorum ama bir kızım var; Merve Sultan Elgün şimdi savcı oldu. İki çocuğum, sahneye koyduğum oyunda rol alıyor. Birisi sinema biri de tiyatro mezunu. Ama cezaevinde parmaklıkların öbür tarafındaki çocukların, babalarına dokunamama isyanı... Babanın bunu görüp bacağına çimdik atıp, dik durup ağlamamaya çalışması... Sonra koğuşta isyan edip kafalarını duvarlara vurmaları... Çok büyük dram vardır cezaevinde... Bunlar beni çok etkiledi.
KARIMA ANNELER GÜNÜNDE 23 DEMET ÇİÇEK GELİYOR
- Çocukları okutmaya başladığınızda ailelerinden alıyorsunuz. Nerede barınıyor bu çocuklar?
- Beş tane evimiz var. Buca'da, iki tane İstanbul'da, iki tane Ankara'da...
- Nasıl altından kalkıyorsunuz bu giderin?
- Çalışıyorum. Raci Şaşmaz da sağolsun. Bana dersen ki "Evin var mı?" Yok. Arabam var bir tane.
- Çok takdir edilecek birisiniz...
- Şükür. Şu anda 23 çocuğum var. 11'i üniversitede okuyor, ufaklarım var, ortaokul lise çağında... Uşak Eşme'de Düz köyünde daha ufaklar var, onlar da çoban çocuklarıyla birlikte toprağı bilerek büyüyor. Ben ilkokulda köy enstitüsü öğretmenlerinden ders aldım. Onlar bana ne gösterdiyse çocuklarıma onu gösteriyorum. Bu nedenle çocuklarımın hepsi tarlayı, ağacı, toprağı bilir. Onlara bir dilim ekmek ver, bağa bırak ne yiyeceklerini bulur.
- Evlerde kim duruyor bu çocukların başında?
- Küçüklerin başında bir dostumun eşi duruyor. Onun da çocukları ve torunları var. Büyükler kendilerine emanet. Zaten büyükler artık küçüklere sahip çıkıyor, yardımcı oluyor. Zincirleme devam ediyor bu durum. Üstelik her tür düşüncelerinde özgürler. Ben Galatasaray'ı tutuyorum diye onlar o takımı tutmak zorunda değil yani. Kızlarımdan biri kapanmak istedi ve kapandı. Hiçbir ayrımcılığımız yok. Felsefi olarak ayrı ayrı tabaklarda yemek yedirerek büyütmedik onları. Tek tas, herkesin ağız tadı ortak. Biz öyle büyüdük. O zaman ayrımcılıklar kalkıyor ortadan. Benim Facebook'um, benim sigaram yok bizde. Ortak bir hesabımız var, oraya benim çalıştığım param, çalışmaya başlayan çocuklarımın katkıları ve dışarıdan çok güvendiğimiz isimlerin katkıları yatar... İhtiyacı olan alır...
- Aileleri bu duruma nasıl yaklaşıyor?
- Ailelerin bazıları çocuklar mesleklerini eline alınca aramaya başladı. Bu çok acı. Özellikle kız çocuklarının ailelerinin "Ne yapıyorsun?" diye sorması lazımdı. Soranlar var da, çok az. İşe girince aramak olmaz, vicdan yapmak olmaz. Erkekler daha bireysel... Sokaktan aldığım çocuklar da oldu, tinere bağımlı olanlar... Onlar çok kavgacı ve sert oluyor. Çocuklarımdan biri devamlı karakolluk oluyor. Beyoğlu'nun arka sokaklarında yaşadım bir süre... O zamanlar almıştım onları. Karım da kendini bu işe adadı. Anneler gününde 23 tane çiçeği geliyor (gülüyor). Bu çocukların hiçbir beklentisi yok.
- Baba mı der hepsi size?
- Evet baba... Ağır bir laf! (gözleri doluyor).
BABASI CEZAEVİNDEN ÇIKTI, KIZI SAVCI OLDU
- Gurur kaynağım dediğiniz Savcı Merve Sultan Elgün'den söz edelim isterim biraz da... Nasıl bir hikayesi var onun?
- Babası Buca Cezaevi'nde kalan mahkum oyuncularımdandı. Gala yaptık, aileler de gelmişti. Merve Sultan Elgün de kardeşi ve annesiyle oradaydı. Maltaya yani cezaevinin büyük koridoruna girdim. Yürürken iki kız çocuğu geldi elimden tuttu, biri "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye lafa girdi. "Biz okumak istiyoruz" dediler. "Tamam, sen kimin kızısın?" dedim, "Yogi'nin" dedi. Yogi'nin kalbi çok güzeldir. Şiir yazar, oyunculuğu vardır... "Ne olacaksın kız?" dedim. "Savcı" dedi!
- Neden savcı?
- İçeri girerlerken üst araması sırasında o dönemin cezaevi savcısı saçlarını okşamış onların. Hoşlarına gitmiş... O gün karar vermişti ve bunu dediğinde daha 12 yaşındaydı. Babasından izin aldık, Sultan'ı ve kardeşi Sare'yi aldım. "Hiçbir şeyine karışmayacaksınız" dedim... Sare de yüksek hemşirelik kazandı. Çok çalıştılar ama... Pikniğe giderdik kucaklarında test çözerlerdi. Hırs... Tutunmak zorundalar... Ve hukuk fakültesini kazandı. Okulu bitirip savcılık sınavlarına hazırlanmaya başlayınca ben neredeyse bunalıma girdim...
- Neden?
- Çünkü benim çocuklarım geçmişlerinden dolayı hayata bir sıfır yenik başlıyor. Kimileri yönetici oluyor, kimi başka pozisyonlarda görev alıyor. Çocukların geçmişleri bilindiğinde farklı davranmaya başlanıyor. Sultan sınavlara hazırlanırken, saçları ağardı, sarılık geçirdi. Çok sıkıntılar yaşadı. O sırada hep aklımdan şu geçiyordu; "Benden kaynaklı sıkıntı yaşar mı, babasından dolayı sıkıntı yaşar mı? Savcı olacak ama her şeyini araştırıyorlar. Kendi kendimi yiyordum. Ona da belli edemiyorum. Sınav bitti, başmüsteşar Kenan İpek "Seninle gurur duyuyoruz" dedi kızıma. O gün bütün dünya benim oldu. Bu çocuklar sıfırdan gelme...
- Babası şimdi ne düşünüyor?
- Cezaevinden çıktı tabii. Ve gurur duyuyor ama onun bir sözü ağırıma gider hep. Kızına dedi ki; "Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı." Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum.
Cezaevine girişinizle başlıyor hikayeniz. En başından anlatır mısınız?
- 1970 döneminde Ulucanlar Cezaevi'nde siyasi nedenlerle hapis yattım, 18 yaşımdaydım. Ve uzun dönem işkence gördüm, çocuğum olamayacak kadar ağır işkence gördüm. Bizim hayatımız hep bir dram. Çok mutlu olan bir kesimden değilim.
-Cezaevine girdiğinizde okuyor muydunuz?
- Ankara'da liseyi bitirmiştim, hukuk fakültesini kazanmıştım. Aynı zamanda da konservatuar sınavlarını da kazanmıştım. Tutuklandıktan sonra Ulucanlar Cezaevine gönderildim. Kendimi ve koğuştaki ağabeylerimi eğlendirebilmek için fıkraları oynuyordum koğuşun ortasında... Tiyatroyu küçük küçük koğuşa sokmuştum. Epey zaman böyle devam etti.
Annemler beni Almanya'da biliyordu. Çünkü o zamanlar radyoda arananların listesi okunurdu, yakalandıktan sonra listeden ismin çıkardı. Ben yakalandığım için listede ismim yoktu. Onlara Almanya'da olduğumu söylemişlerdi. Haliyle benim hiç ziyaretçim gelmiyordu.
-Çocukları kurtarmam gerekiyordu. Onlar için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yıllar sonra suçumun olmadığı anlaşıldı. 26 yaşımda çıktım cezaevinden. Tam sekiz güzel yılım gitmişti... -Ama çıktığım gün kendime bir söz verdim; cezaevine tekrar gideceğim! 1981 yılında mahkumlarla gönüllü olarak tiyatro yapmaya başladım. Gönüllü olunca idarenin de işine geliyordu. Ders yapıyordum orada. Her gün gidiyordum cezaevine. Mahkumlardan bir grup oluşturdum, ilk oyunumuzu o zaman sahneye koyduk.
-Ben bitirdim konservatuvarı. Cezaevindeyken okula gidip gelebiliyordum gardiyan eşliğinde. Konservatuvarla cezaevi arasında iki cadde vardı zaten. Gardiyan okula kadar getirip bırakıyordu beni, akşamüzeri de alıyordu. Okuldakiler zaman zaman şüpheleniyordu durumumdan çünkü bilmiyorlardı cezaevinde olduğumu...
- Mahkumlar oyun oynar, gala yapardım, onların aileleri izlemeye gelirdi. Çocuklar gelirdi babasını, annesini seyretmeye. Oyun biter, misafirler gider, o koca koca adamlar sahneden iner, ailesinin oturduğu koltukları koklardı (ağlıyor). Tiyatro bir insan kokusudur. Çocuğum olmadığını ve olmayacağını biliyorlardı. Eşim sağ olsun kader deyip kabullenmişti. 27 yıldır evliyim... Bu galalar ve oyunlar sayesinde mahkumların çocuklarıyla tanışmaya başladım.
-Çocukların mutluluklarını gördüğümde küçük küçük para vermekten ötesini yapmak istedim. Ailelerle konuşmaya başladım "Okutabilecek misiniz?" diye... Durumlarını anlatıyorlardı... Önce kendi evlerinde okutmaya başladım. Erzaklarını alıyordum, kiralarını ödüyordum. Tüm bunların altından kalkabilmek için tiyatro dışında iş yapmam gerekiyordu...
NAYLON TORBA SATTIM, ÇAY OCAĞI AÇTIM
- Naylon torba sattım... Ankara OSTİM'de bir çay ocağı açtım. Oradan gelenlerle çocuklara destek olmaya çalıştım. O zamanlar TRT'de ''Ferhunde Hanımlar'' dizisinde oynuyordum. O da bir yere kadar yetiyordu. Ama o para epey güçlendirmişti beni. Eşimle konuştum ve çocukları almaya karar verdik. Anne baba çaresiz kalınca çocuklar sokağa ve suça yöneliyor.
45 YAŞINDA OĞLUM VAR
- İlk aldığınız çocuk şimdi kaç yaşında?
- 45 yaşında oğlum var şimdi. Ali ama soyadını vermek istemiyorum çünkü bir yerde yönetici... Ali'yi okutuyordum ama evinde kalıyordu. Benim de aklım ondaydı çünkü Ali'nin babası cezaevindeydi. Ama şöyle bir durum var, babalar içerde olunca anneler çalışmıyorsa, çocuklar ne yapacak? Ya babasının suçuna iştirak ediyor ya da başka yollara... Mesela uyuşturucudan baba içeri girmiş, karşısındaki avukat öyle bir para istiyor ki; kadın kocasını kurtarabilmek için o işi yapmak zorunda kalıyor. Bir zincirin halkası bu iş.
- Haklısınız. Siz nasıl devam ettiniz yardıma?
- Kız çocuklarını aldıktan sonra işin rengi değişti. Hepsiyle gurur duyuyorum ama bir kızım var; Merve Sultan Elgün şimdi savcı oldu. İki çocuğum, sahneye koyduğum oyunda rol alıyor. Birisi sinema biri de tiyatro mezunu. Ama cezaevinde parmaklıkların öbür tarafındaki çocukların, babalarına dokunamama isyanı... Babanın bunu görüp bacağına çimdik atıp, dik durup ağlamamaya çalışması... Sonra koğuşta isyan edip kafalarını duvarlara vurmaları... Çok büyük dram vardır cezaevinde... Bunlar beni çok etkiledi.
KARIMA ANNELER GÜNÜNDE 23 DEMET ÇİÇEK GELİYOR
- Çocukları okutmaya başladığınızda ailelerinden alıyorsunuz. Nerede barınıyor bu çocuklar?
- Beş tane evimiz var. Buca'da, iki tane İstanbul'da, iki tane Ankara'da...
- Nasıl altından kalkıyorsunuz bu giderin?
- Çalışıyorum. Raci Şaşmaz da sağolsun. Bana dersen ki "Evin var mı?" Yok. Arabam var bir tane.
- Çok takdir edilecek birisiniz...
- Şükür. Şu anda 23 çocuğum var. 11'i üniversitede okuyor, ufaklarım var, ortaokul lise çağında... Uşak Eşme'de Düz köyünde daha ufaklar var, onlar da çoban çocuklarıyla birlikte toprağı bilerek büyüyor. Ben ilkokulda köy enstitüsü öğretmenlerinden ders aldım. Onlar bana ne gösterdiyse çocuklarıma onu gösteriyorum. Bu nedenle çocuklarımın hepsi tarlayı, ağacı, toprağı bilir. Onlara bir dilim ekmek ver, bağa bırak ne yiyeceklerini bulur.
- Evlerde kim duruyor bu çocukların başında?
- Küçüklerin başında bir dostumun eşi duruyor. Onun da çocukları ve torunları var. Büyükler kendilerine emanet. Zaten büyükler artık küçüklere sahip çıkıyor, yardımcı oluyor. Zincirleme devam ediyor bu durum. Üstelik her tür düşüncelerinde özgürler. Ben Galatasaray'ı tutuyorum diye onlar o takımı tutmak zorunda değil yani. Kızlarımdan biri kapanmak istedi ve kapandı. Hiçbir ayrımcılığımız yok. Felsefi olarak ayrı ayrı tabaklarda yemek yedirerek büyütmedik onları. Tek tas, herkesin ağız tadı ortak. Biz öyle büyüdük. O zaman ayrımcılıklar kalkıyor ortadan. Benim Facebook'um, benim sigaram yok bizde. Ortak bir hesabımız var, oraya benim çalıştığım param, çalışmaya başlayan çocuklarımın katkıları ve dışarıdan çok güvendiğimiz isimlerin katkıları yatar... İhtiyacı olan alır...
- Aileleri bu duruma nasıl yaklaşıyor?
- Ailelerin bazıları çocuklar mesleklerini eline alınca aramaya başladı. Bu çok acı. Özellikle kız çocuklarının ailelerinin "Ne yapıyorsun?" diye sorması lazımdı. Soranlar var da, çok az. İşe girince aramak olmaz, vicdan yapmak olmaz. Erkekler daha bireysel... Sokaktan aldığım çocuklar da oldu, tinere bağımlı olanlar... Onlar çok kavgacı ve sert oluyor. Çocuklarımdan biri devamlı karakolluk oluyor. Beyoğlu'nun arka sokaklarında yaşadım bir süre... O zamanlar almıştım onları. Karım da kendini bu işe adadı. Anneler gününde 23 tane çiçeği geliyor (gülüyor). Bu çocukların hiçbir beklentisi yok.
- Baba mı der hepsi size?
- Evet baba... Ağır bir laf! (gözleri doluyor).
BABASI CEZAEVİNDEN ÇIKTI, KIZI SAVCI OLDU
- Gurur kaynağım dediğiniz Savcı Merve Sultan Elgün'den söz edelim isterim biraz da... Nasıl bir hikayesi var onun?
- Babası Buca Cezaevi'nde kalan mahkum oyuncularımdandı. Gala yaptık, aileler de gelmişti. Merve Sultan Elgün de kardeşi ve annesiyle oradaydı. Maltaya yani cezaevinin büyük koridoruna girdim. Yürürken iki kız çocuğu geldi elimden tuttu, biri "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye lafa girdi. "Biz okumak istiyoruz" dediler. "Tamam, sen kimin kızısın?" dedim, "Yogi'nin" dedi. Yogi'nin kalbi çok güzeldir. Şiir yazar, oyunculuğu vardır... "Ne olacaksın kız?" dedim. "Savcı" dedi!
- Neden savcı?
- İçeri girerlerken üst araması sırasında o dönemin cezaevi savcısı saçlarını okşamış onların. Hoşlarına gitmiş... O gün karar vermişti ve bunu dediğinde daha 12 yaşındaydı. Babasından izin aldık, Sultan'ı ve kardeşi Sare'yi aldım. "Hiçbir şeyine karışmayacaksınız" dedim... Sare de yüksek hemşirelik kazandı. Çok çalıştılar ama... Pikniğe giderdik kucaklarında test çözerlerdi. Hırs... Tutunmak zorundalar... Ve hukuk fakültesini kazandı. Okulu bitirip savcılık sınavlarına hazırlanmaya başlayınca ben neredeyse bunalıma girdim...
- Neden?
- Çünkü benim çocuklarım geçmişlerinden dolayı hayata bir sıfır yenik başlıyor. Kimileri yönetici oluyor, kimi başka pozisyonlarda görev alıyor. Çocukların geçmişleri bilindiğinde farklı davranmaya başlanıyor. Sultan sınavlara hazırlanırken, saçları ağardı, sarılık geçirdi. Çok sıkıntılar yaşadı. O sırada hep aklımdan şu geçiyordu; "Benden kaynaklı sıkıntı yaşar mı, babasından dolayı sıkıntı yaşar mı? Savcı olacak ama her şeyini araştırıyorlar. Kendi kendimi yiyordum. Ona da belli edemiyorum. Sınav bitti, başmüsteşar Kenan İpek "Seninle gurur duyuyoruz" dedi kızıma. O gün bütün dünya benim oldu. Bu çocuklar sıfırdan gelme...
- Babası şimdi ne düşünüyor?
- Cezaevinden çıktı tabii. Ve gurur duyuyor ama onun bir sözü ağırıma gider hep. Kızına dedi ki; "Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı." Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum.
KAYNAK:ARGOSTROLOJİ