KÖY ENSTİTÜLERİ VE NAZIM HİKMET


'' Bu öykücük Köy Enstitüleri'nde solculuk, komünistlik gibi sıfatların tutunamayacağını (Anlayabilenlere) kanıtlamaya yeter sanıyorum. Bu konudaki söylentilerin ne denli eğreti yakıştırmalar olduğunu kanıtlayan daha nice belge vardır.Bunları sayıp dökmeye gerek görmüyorum. Demem o ki, birilerinin niyeti yermek oldukça bizim doğrular genellikle donup kalıyor. Örneklemek için birini ele aldığım benzeri yazılar ya da sözler, bir çoklarının zaman zaman değindiği gibi halkımızın duyarlık gösterdiği konuları Köy Enstitüleri'ne yamayıp toplumla zıtlık yaratarak gelecekte kurulması özlenen sıcak ilişkileri önceden mayınlamak için karşıtlara fetiş dürtüsü yapmaktadır. Köy Enstitüleri'nin açık olduğu dönemlerde onların söz konusu düşünce akımlarından uzak durdukları üstüne kesin sözler söylememe karşın sonraki süreçte benim gibi düşünenlerin savını yalanlar nitelikte yazılar yazıldığı, zaman zaman da konuşmalar yapıldığı görüldü. Daha sonra da bunlar, birilerince, zurnada peşrev havasına büründürülerek yayıldı. Böylece, baştan beri kendi gerçeğini savunanları yalancı durumuna getireceklere yalancı tanıklar hazırlandı. “Ormana balta girmiş, sapı kendinden!” dense dense buna denir!türünden sırıtmalar da olmuıştur
Örneğin bir köy enstitüsünde Nazım Hikmet şiirlerinin ellerde dolaştığı, birilerinin bunları Bursa Tutukevi yöneticisinin kızından aldığı, birilerininse Üç Telli Saz şiirini herkesin beğenisini alacak güzellikte okuduğu yazılmış, bu yazı, başka kitaplara da aktarılarak daha geniş okuyucu katmanlarına iletilmiştir. Söz konusu yakıştırmaların gülünecek bir yakıştırma olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Değindiğim bu acayip olayın 1943 öncesinde olduğunun yazılmasıdır. Bu tarihte Nazım Hikmet'in hangi tutukevinde olduğu değme yetkililerin bile bilemediği bir gerçektir. Hele Nazım Hikmet'in Üç Telli Saz şiirini o günlerde,özellikle Köy Enstitülerinde okunması eski biz sözle söylenecek olursa „Eşyanın tabiatına uymamaktadır. İçinde bulunduğumuz bu günlerin hoşgörü ortamına kapılarak varsayımlar üretmen kolay olabilir ama bu,geçmiş zamanın gerçeğine kesinlikle uymayacağı gibi o günün doğrularını da gölgeler. Özellikle de Köy Enstitüleri üstüne yaslatılan yakıştırma söylemler!... Çünkü 1942-43 yıllarında Köy Enstitüleri, tümden Milli Eğim Bakanı Hasan Ali Yücel'in etkisindedir. Öyle ki Nazım Hikmet adı bile ancak onun yazdığı “Üç Telli Saz Şairine” başlıklı uzun şiirini okurken rahatça söylenebilmektedir. Şair bakan Hasan Ali Yücel, “Üç Telli Saz” şairi Nazım Hikmet'e “Üç Telli Saz Şairine” başlıklı yanıt şiirinde Nazım Hikmet'i açık açık “Deli” olarak nitelemektedir. Birlikte okuyalım:
Üç Telli Saz Şairine
Şair;
Tellerimde inleyen
Bülbüle dair
Yazdığın
Göğsüme bir çelik,
Ortası delik
Kalemle kazdığı
Satırlar;
Gönlümde unutulmaz,
Deva bulmaz
Bir yara oldu
Niçin neden
Benim kaygularımla dertlenmeden
Yabancı ellerin duygularile
Kalbimi incittin?
Kaleminde dedirgin duygularile
Nöbetler içinde kıvranan
Ateşlerle yanan
bir hasta hali var.
Ve şimdi karşımda bir deli hayali var,
O sensin!..
Ey deli şair dinle;
Her telimde bin kalbin hicranı sızlar.
Onu duy ve inle.
Yoksa yıldızlar
Birer lanet taşı gibi
Beyninde vızlar
Tellerimdeki her ses,
Yıkılan bir aşkın
Taşkın feryadıdır.
Bu aşk,
Bir kadının olur;
Yaradanın olur;
Vatanın olur;
En geniş bir görüşle İnsanın olur
Göğsümdeki her nefes
Vurulan bir ruhun
İstimdadıdır
Bu vuruluş
Sokakta olur;
Yatakta olur;
Soğukta olur;
Sıcakta olur!...
Ey deli şair,
Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kimin için inliyorsun?
Aradığın ne?
Sesine
Koştuğun kim?
Hey oğul;:
Önce kendini ara, kendini bul
Kendini bulmadan
Başkasını duymak, ne mümkün?
Bilmiyor musun ki
Gorki,
Evet_Gorki'nin babası Gogol?
Sağdan sonra sol
Ey sağını, solunu şaşıran
Ey haddini aşıran
Şair.
Bunu anlamadığın için
Mezarında yatan
Atan
Sana küskün,
Eğer benim tellerimde inleyen bülbül hastaysa
Hastalık nereden geldi?
Hangi cehennemlerin
Yandığı yerden geldi?
Sağdan mı, soldan mı?
Kafadan mı, koldan mı?
İçten mi, dıştan mı?
Aaaah oğul,beni söyletme;
Gel etme
İnan bana;
Yazık oluyor sana.
Eğer kalbin bütün insanlığı alacak kadar büyükse
O hasta bülbüle kafes yap;
Ona tap,
Her şeyi sana o söyliyecek;
Sana o ilham verecek
Yoook, yalnız benim derdim sana yükse
O çırpınışların,
O kızışların
Neye yarar?
Hudutsuz varlıkların enginlerine,
Yahut da Hazar denizine,
Şahlanan bir atın sırtından düşer gibi
Düşüp boğulduğun zaman
Seni kim sorar;
Senin yanına kim varır;
Hey oğul seni kim kurtarır?...
İnan bana:
Severim seni.
Sev beni.
Acırım sana.
Sen ki coşunca
Yad ellerde kalan
Yatağını aşındıran
Bir nehir gibi
Yıkmaktasın etrafını.
O zaman
Söylediğini bilmiyorsun.
Mesela
Beni duyanlara
“Hey avanak” diyorsun
Halbuki
“Hey avanak” dediğin
Başkası değil, kendin
Çünkü
Sen
Çaldığın,
Eline aldığın
Sazı tanımıyacak
kadar şaşırmışsın.
Ben
Beni duyacak,
Kaygılarımla yüreğini oyacak,
Sevinçlerimle çıldıracak
Bir şair istiyorum;
Onun göğsüdür yerim diyorum
Niçin, neden
Beni sen
Canlı
Heyecanlı
Parmaklarınla
Çalıp inletmiyorsun?
Türk oğluna gönülden türkü dinletmiyorsun?
Hasan Ali Yücel
(*) Baki Süha Ediboğlu, Türk Şiirinden Örnekler 1920-1944, Ankara, Berkalp Kitabevi, 1944'ten alınmıştır.
Nazım Hikmet, bir zamanların şairi, o günlerin ise değişmez, değiştirilemez bakanı Hasan Ali Yücel tarafından böyle değerlendirilmektedir. O günlerde, özellikle devlet çatıları altında Nazım Hikmet'i anmak, ondan şiir okumak şöyle dursun, “Okudum!” demek, o günleri anlatmak için kullanılan “40'ların Cadı Kazanı” söylemlerini yadsımak olur. Ayrıca, o günlere bir tür meydan okuma tafrası içinde öne sürülen böylesi böbürlenmeler, Cadı Kazanı sürecinden hepten habersizliklerini duyurmaktan öte bir iş yapmış olmamaktadırlar. Sözü edilen sürecin bir başka özelliği,bir bakıma baskı arttırıcı yönü de Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikası bağlamında duyarlı bir dönem olmasıdır. Çünkü, işgalci Nazi güçlerini durduran Stalin, açık açık yurdumuzun doğu bölgelerine dil uzatmaya başlamıştır. Komünizme karşı zaten var olan tepki, bu süreçte,özellikle de halk katmanlarında katlanarak artmıştır. Olaya bu açıdan bakılınca da Nazım Hikmet şiirlerinin okunma şansı çok kısıtlıdır. Geçmişe yaslatılan bu tür yakıştırmalar, zihinlerde yeniden eski kuşkuları uyandırıp ortaya getirmektedir. Öteden beri bu sürtüşmenin dışındaki insanlar, gerçekleri içtenlikle anlatınca tutarsız söylenticileri kınamaya başladığı bir aşamada bu kez Köy Enstitüleri savunucularının ortaya çıkıp “Biz bunu bunu yapardık!” demesi, sil yeni baştan eski söylemleri tazelemeye yeteceği gibi tarafsız olanlara da “Oh olsun, bak şunlara bak!” deme hakkını doğurmaktadır… İşin bir başka yanı da, Nazım Hikmet bu ülkenin bir gerçeğidir. Onu okuyanlar vardır. Okumak ne ki, onun dostları, onun kanından gelen, soyu sopu olduğu bir yana, kendini sanata adayan binlerce genç, onun sanatsal etkinliklerini izleyip esinlenmektedir. Üstelik onun etkileyici bir yazarlık yanı olduğunu dostları gibi, karşıtları da kabullenip onu övme yarışına girmişlerdir. Nazım Hikmet, çoktan yurt dışına taşmış, dünya yazın kulvarlarında seçkin yerini bulmuştur. Şiirlerinin önce yasaklanmasına karşın,gene de 1944 yılında yukarda belirttiğim Baki Süha Ediboğlu, 1945 yılında Orhan Buriyan'ın Kurtuluştan Sonrakiler adlı güldestesiyle başlayan hoşgörüler giderek, ağır-aksak da olsa gün günden artarak okuyucusuna ulaşmıştır. Daha sonra da Nazım Hikmet'in yayın kısıtlamasının yavaş yavaş kalktığı hep bilinmektedir. Buna karşın toplumsal bir ürküntü halk katmanlarında bir ölçüde egemen olduğundan günümüzde bile özellikle okullarda, öğretmenlerin, öğrencilerin bağıra çağıra Üç Telli Saz şiirini okuması, engellenmese bile pek de ilgi görmez. Üstüne üstlük Köy Enstitüleri'nde bir başka bakımdan da hiç değilse bu şiire, söylendiği ölçüde ilgi olamazdı. Bilindiği gibi Köy Enstitüsü övgüleri arasında saz çalmanın özel bir yeri vardı. Saz, yaygın adıyla bağlama geleneksel müzik kültürümüzün bir parçası sayılır. Öğrencilerin büyükçe bir bölümü çalgı olarak sazı bir süre kesinlikle denediklerinden,onu,bir yakını,bir gün gene ele alacaklarını sandıkları bir can yoldaşı gibi algılarlar. Bir başka neden de Köy Enstitüleri'nde Aşık Veysel halk türküsü öğretti, saz dersleri verdi. Onu sevip sayanlar, Nazım Hikmet'in Üç Telli Saz şiirini dinleyip coşamazlar. Bu onların insancıl duyarlığıyla uyuşmaz. Bilirler ki bu, Aşık Veysel başta olmak üzere tüm Halk-Saz şairlerini incitecek bir karşı tavır alma sayılacaktır...''
HALİL İBRAHİM TUNALI