*M.Nazif Evren, Dicle Köy Enstitüsü müdürü olarak göreve başladığında okul binaları henüz tamamlanmamıştı. Başka eksik işler de dağ gibi sorunlar halinde önünde duruyordu. Bir yandan bataklık ve yılanlarla dolu okul alanını yaşanır hale getirmek için ağaçlandırıyor, bir yandan da aydınlanma sorunları için elektrik işleriyle uğraşıyor, sonuç alamıyordu. Ötesini kendisinden dinleyelim:
“1945 yılının sonbahar aylarında idi. Dicle Köy Enstitüsünün kuruluşu tamamlanmaya çalışılıyordu. Bir yıl içinde öteki enstitülerden yardıma gelen ekiplerle 17 parça bina yaptırılmış, yurdun Diyarbakır, Mardin, Urfa, Bingöl, Van, Bitlis, Siirt illerinden 350 öğrenci alınmış öğrenime başlanmıştı. Fakat enstitüyü aydınlatacak elektriğimiz yoktu. Gemici fenerleri, lükslerle gece etkinliklerimizi yürütmeye çalışıyorduk.
Bakanlık, ordudan edindiği bir sahra elektrik motorunu bize göndermişti. Ama bunun montesi, binalar, alanlara tesisat yapılması gerekli idi. Bu iş o günün geçer pahasına göre 25 bin liranın üstünde bir ödeneği gerektiriyordu. Durumu o günlerde enstitüye gelen rahmetli Tonguç'a açtım, ödenek istedim. Tonguç:
«Ben sana bir ekip gönderirim, kısa zamanda yaparlar, ışığa kavuşursun» dedi. Verilen sözden bir aydan fazla zaman geçtiği halde ekip gelmemişti. Biz, gene geçen yılda olduğu gibi kış gecelerinin karanlığını gidermek için önlemler düşünmeye başladık. Bu günlerin bir sabahında Ankara - Diyarbakır - Kurtalan treninin üçüncü mevki vagonundan bir çocuk indi. Doğru yanıma geldi. «Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencisiyim. Adım Hasan Gülel. Yapılacak elektrik işleriniz varmış. Yapmaya geldim.» Bu çelimsiz, kavruk Anadolu çocuğunun bu işi yapabileceğine inanamadım. İçimden geçeni de belli etmeden kendisine: «Yoldan geldin, yorulmuşsundur. Biraz uyu, dinlen. Sonra görüşürüz,» dedim. Gerekenin yapılması için de okul başkanına görev verdim. Aradan iki saat kadar bir zaman geçmişti ki, Hasan Gülel'i tekrar karşımda buldum. Elinde bir liste vardı. Uyumamış, okul başkanıyla binaları gezmiş, ölçmüş biçmiş, motorun ambalajını açmış kontrol etmişti. Sipariş listesini aldım. Satın alınması için muavin arkadaşım Nuri Bayer'i görevlendirdim. Bu hazırlığın içinde 20 tanede direk vardı. Yüksekliği 7,5 - 8 metre olacak üst çapı da 15 cm. den aşağı olmayacak, düzgün, budaksız kavak da olabilirdi.
Ismarladıklarının alınmasını bekliyorduk. Bir ara, gene Hasan Gülel'i karşımda buldum. Bu defa Hasan, uslu bir öğrenci değildi. Bozuk giden işlerden öfkelenmiş bir enstitü müdürü pozu içinde: «Size listeyi vereli iki gün oldu. Hala hiçbir şey yok ortada.' Hani direkler? Niye ilgilenmiyorsunuz bu işle?» dedi. «Çok haklısın Hasan» dedim. Beraberce kamyona binip Diyarbakır'ın yolunu tuttuk. Orada da verilen boyutta direk bulmağa olanak yoktu. Mardin yolu üstündeki bir kavaklıkta bulabildik istediğimiz direkleri. Gece yarısı enstitüye getirdik. Hasan Gülel memnundu. Ertesi sabah öğrencilerimizden bir ekiple işe başladı. On gün içinde bizi ışığa kavuşturdu. Bütün masrafımız ikibinbeşyüz lirayı geçmedi. O günlerin geçer pahasına göre 25 bin liralık bir işti bu. Hasan Gülel Dicle'nin «Hasan Ağabeyi» oldu. Bu ad, sürüp gitti Dicle'de...”
Onlar Anadolu’nun karanlıklarını aydınlatmak için bilgilerle donandılar. Bilgilerini her fırsatta insanların yararı için kullandılar. '' Mehmet Erbil.
“1945 yılının sonbahar aylarında idi. Dicle Köy Enstitüsünün kuruluşu tamamlanmaya çalışılıyordu. Bir yıl içinde öteki enstitülerden yardıma gelen ekiplerle 17 parça bina yaptırılmış, yurdun Diyarbakır, Mardin, Urfa, Bingöl, Van, Bitlis, Siirt illerinden 350 öğrenci alınmış öğrenime başlanmıştı. Fakat enstitüyü aydınlatacak elektriğimiz yoktu. Gemici fenerleri, lükslerle gece etkinliklerimizi yürütmeye çalışıyorduk.
Bakanlık, ordudan edindiği bir sahra elektrik motorunu bize göndermişti. Ama bunun montesi, binalar, alanlara tesisat yapılması gerekli idi. Bu iş o günün geçer pahasına göre 25 bin liranın üstünde bir ödeneği gerektiriyordu. Durumu o günlerde enstitüye gelen rahmetli Tonguç'a açtım, ödenek istedim. Tonguç:
«Ben sana bir ekip gönderirim, kısa zamanda yaparlar, ışığa kavuşursun» dedi. Verilen sözden bir aydan fazla zaman geçtiği halde ekip gelmemişti. Biz, gene geçen yılda olduğu gibi kış gecelerinin karanlığını gidermek için önlemler düşünmeye başladık. Bu günlerin bir sabahında Ankara - Diyarbakır - Kurtalan treninin üçüncü mevki vagonundan bir çocuk indi. Doğru yanıma geldi. «Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencisiyim. Adım Hasan Gülel. Yapılacak elektrik işleriniz varmış. Yapmaya geldim.» Bu çelimsiz, kavruk Anadolu çocuğunun bu işi yapabileceğine inanamadım. İçimden geçeni de belli etmeden kendisine: «Yoldan geldin, yorulmuşsundur. Biraz uyu, dinlen. Sonra görüşürüz,» dedim. Gerekenin yapılması için de okul başkanına görev verdim. Aradan iki saat kadar bir zaman geçmişti ki, Hasan Gülel'i tekrar karşımda buldum. Elinde bir liste vardı. Uyumamış, okul başkanıyla binaları gezmiş, ölçmüş biçmiş, motorun ambalajını açmış kontrol etmişti. Sipariş listesini aldım. Satın alınması için muavin arkadaşım Nuri Bayer'i görevlendirdim. Bu hazırlığın içinde 20 tanede direk vardı. Yüksekliği 7,5 - 8 metre olacak üst çapı da 15 cm. den aşağı olmayacak, düzgün, budaksız kavak da olabilirdi.
Ismarladıklarının alınmasını bekliyorduk. Bir ara, gene Hasan Gülel'i karşımda buldum. Bu defa Hasan, uslu bir öğrenci değildi. Bozuk giden işlerden öfkelenmiş bir enstitü müdürü pozu içinde: «Size listeyi vereli iki gün oldu. Hala hiçbir şey yok ortada.' Hani direkler? Niye ilgilenmiyorsunuz bu işle?» dedi. «Çok haklısın Hasan» dedim. Beraberce kamyona binip Diyarbakır'ın yolunu tuttuk. Orada da verilen boyutta direk bulmağa olanak yoktu. Mardin yolu üstündeki bir kavaklıkta bulabildik istediğimiz direkleri. Gece yarısı enstitüye getirdik. Hasan Gülel memnundu. Ertesi sabah öğrencilerimizden bir ekiple işe başladı. On gün içinde bizi ışığa kavuşturdu. Bütün masrafımız ikibinbeşyüz lirayı geçmedi. O günlerin geçer pahasına göre 25 bin liralık bir işti bu. Hasan Gülel Dicle'nin «Hasan Ağabeyi» oldu. Bu ad, sürüp gitti Dicle'de...”
Onlar Anadolu’nun karanlıklarını aydınlatmak için bilgilerle donandılar. Bilgilerini her fırsatta insanların yararı için kullandılar. '' Mehmet Erbil.